5 Ocak 2015 Pazartesi

Nefes... Yaşarken ölüm...

Her hayat bir hikaye...
Geleceğinize umut dolu dersler çıkarmanız dileğiyle, duygu öyküleri... Duygularımızdan çıkan öyküler...



...sevilmediğini düşünmek elbette ızdırap vericiydi. Baktığında gördüğü, işittiğinde duyduğu hep sıkıntı dolu kalp sızlamalarıydı.

Oysa yedi yıl önce ne hayallerle evlenmişti.

Annesinin sütünü haram edeceğine ilişkin söylemleri, babasının başına bir iş gelirse kendisinden destek göremeyeceğine dair tehditleri, her yeni günde şiddetli bir şamar gibi sarsıyordu yüreğini.

Nefes...! ne güzel şey... niçin en ihtiyacı olduğu anda tüm bedenini doldurmuyordu ki? 

Burnundan içeri süzülmek için nazlanmasının nedeni ne? Doğduğu gün hayali anlaşması yok muydu bedeniyle? Ömrünün tükeneceği son saniyeye kadar içinde gezinip duran yaşam pınarı olmayacak mıydı?

Ahh nefes! Seni bile kontrol etmekte zorlanırken, önünde kocaman aşılamaz görünen o zor günleri nasıl idare edeceğini düşünüp duruyordu kara kara.

En zor olan, kocasına ulaşmak için ailesini karşısına mı almaktı, yoksa eşinin pervasızca kendi karşısında durması mıydı?

Bilemiyordu ki... bilemediği onca bilinmezin arasında bunu nereye koyacağını bir türlü kestirememişti ki.

Bildiği tek şey, tüm benliğini doyuracak iyi bir rahatlamaya ihtiyacı olduğuydu.

Gökyüzü daha bir karaydı sanki. Öyleyse çevresindeki herkes niye böyle mutlu? Hayretle başını kaldırıp göğe, kendisinin göremediği, herkesin gördüğü o şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama nafile! Mavi gökyüzü ona gülümsemekten vazgeçeli aylar olmuştu. Fırfırlı ışıklarını saklıyordu sanki.

Evlilikte nefes alamamak böyle miydi? Bir eş, aşkım dediğin, adamım dediğin kişi uzaklaşınca senden, nefes almak bu kadar zorlaşabilir miydi?

Kimin hesabına çalışıyordu bu nefes?

İlk seansta, yirmi dokuz yaşındaki genç kadının, gülümsemeyi unutan mimikleri ilişti gözüme. Gülümsemesini uzun zamandan beri kullanmadığı çok belliydi. Gözlerindeki endişe bedeniyle senkronize olmuştu. Umutsuzluktan kaynaklanan kaygılar, bacak sallamalarına dönüşmüştü.

Üzgündü... mutsuzdu... umutsuzdu...

Girdabına düştüğü kara bataklıktan kendisini çekip kurtaracak bir el arıyordu, nefessiz. Kalan tüm enerjisini, seansa gelene kadar tüketmişti. Artık ne anlatacak mecali, ne de söyleyecek takati kalmıştı.

Ağlıyordu...

Birkaç peçete bitirdiğinde duran gözyaşları, yılların biriken hüznüne eşlik etmenin verdiği vefayla azalmıştı.

"Boğulacakmış gibi oluyorum Mehtap Hanım..."

"Sizi bu duruma getiren nedir bilmiyorum. Ama elinizden tutup çıkarmak için ne gerekiyorsa yapacağımı biliyorum..."

"Bilmiyorum... her şey... belki de hiçbir şey. Çok karışığım..."

...

Karışıklık, terapötik süreçte terapistin en fazla zihin yorduğu durumlardan birisidir.

Ağızdan çıkarken bir çırpıda söylenen "karışıklık" yaşamdan çıkarken aynı kolaylıkta oluşmuyor.

Yüzyıllık yalnızlığın getirdiği duygu yükü gibidir karışıklık.

Bir karışmaya görün!

Ve.. Karışıklığın ardından gelen çaresizlik içinde hissedilen duygunun adıdır "yaşarken ölüm"  


Mehtap KAYAOĞLU
Psikolojik Danışman
twitter.com/mehtapkayaoglu
facebook.com/psk.mehtapkayaoglu


1 yorum:

  1. Blogunuz hayırlı olsun Mehtap hanım. Sizi takibe alıyorum.

    YanıtlaSil