Her hayat bir hikaye...
Geleceğinize umut dolu
dersler çıkarmanız dileğiyle, duygu öyküleri... Duygularımızdan çıkan
öyküler...
...sevilmediğini
düşünmek elbette ızdırap vericiydi. Baktığında gördüğü, işittiğinde duyduğu hep
sıkıntı dolu kalp sızlamalarıydı.
Oysa yedi
yıl önce ne hayallerle evlenmişti.
Annesinin
sütünü haram edeceğine ilişkin söylemleri, babasının başına bir iş gelirse
kendisinden destek göremeyeceğine dair tehditleri, her yeni günde şiddetli bir
şamar gibi sarsıyordu yüreğini.
Nefes...! ne
güzel şey... niçin en ihtiyacı olduğu anda tüm bedenini doldurmuyordu ki?
Burnundan içeri süzülmek için nazlanmasının nedeni ne? Doğduğu gün hayali
anlaşması yok muydu bedeniyle? Ömrünün tükeneceği son saniyeye kadar içinde
gezinip duran yaşam pınarı olmayacak mıydı?
Ahh nefes!
Seni bile kontrol etmekte zorlanırken, önünde kocaman aşılamaz görünen o zor
günleri nasıl idare edeceğini düşünüp duruyordu kara kara.
En zor olan,
kocasına ulaşmak için ailesini karşısına mı almaktı, yoksa eşinin pervasızca
kendi karşısında durması mıydı?
Bilemiyordu
ki... bilemediği onca bilinmezin arasında bunu nereye koyacağını bir türlü
kestirememişti ki.
Bildiği tek
şey, tüm benliğini doyuracak iyi bir rahatlamaya ihtiyacı olduğuydu.
Gökyüzü daha
bir karaydı sanki. Öyleyse çevresindeki herkes niye böyle mutlu? Hayretle
başını kaldırıp göğe, kendisinin göremediği, herkesin gördüğü o şeyin ne
olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama nafile! Mavi gökyüzü ona gülümsemekten
vazgeçeli aylar olmuştu. Fırfırlı ışıklarını saklıyordu sanki.
Evlilikte
nefes alamamak böyle miydi? Bir eş, aşkım dediğin, adamım dediğin kişi
uzaklaşınca senden, nefes almak bu kadar zorlaşabilir miydi?
Kimin
hesabına çalışıyordu bu nefes?
İlk seansta,
yirmi dokuz yaşındaki genç kadının, gülümsemeyi unutan mimikleri ilişti gözüme.
Gülümsemesini uzun zamandan beri kullanmadığı çok belliydi. Gözlerindeki endişe
bedeniyle senkronize olmuştu. Umutsuzluktan kaynaklanan kaygılar, bacak
sallamalarına dönüşmüştü.
Üzgündü...
mutsuzdu... umutsuzdu...
Girdabına
düştüğü kara bataklıktan kendisini çekip kurtaracak bir el arıyordu, nefessiz.
Kalan tüm enerjisini, seansa gelene kadar tüketmişti. Artık ne anlatacak mecali,
ne de söyleyecek takati kalmıştı.
Ağlıyordu...
Birkaç
peçete bitirdiğinde duran gözyaşları, yılların biriken hüznüne eşlik etmenin
verdiği vefayla azalmıştı.
"Boğulacakmış
gibi oluyorum Mehtap Hanım..."
"Sizi bu duruma getiren nedir
bilmiyorum. Ama elinizden tutup çıkarmak için ne gerekiyorsa yapacağımı
biliyorum..."
"Bilmiyorum...
her şey... belki de hiçbir şey. Çok karışığım..."
...
Karışıklık,
terapötik süreçte terapistin en fazla zihin yorduğu durumlardan birisidir.
Ağızdan çıkarken
bir çırpıda söylenen "karışıklık" yaşamdan çıkarken aynı kolaylıkta
oluşmuyor.
Yüzyıllık
yalnızlığın getirdiği duygu yükü gibidir karışıklık.
Bir
karışmaya görün!
Ve..
Karışıklığın ardından gelen çaresizlik içinde hissedilen duygunun adıdır "yaşarken ölüm"
Mehtap KAYAOĞLU
Psikolojik Danışman
twitter.com/mehtapkayaoglu
facebook.com/psk.mehtapkayaoglu
Blogunuz hayırlı olsun Mehtap hanım. Sizi takibe alıyorum.
YanıtlaSil