20 Şubat 2015 Cuma

Oniomania nedir?

Literatürde "oniomania" adıyla geçen hastalık ülkemizde hızla yayılıyorve alışverişten hemen sonra kişiye rahatlama duygusu yaşatıyor. Neyse ki çaresi var

Son günlerde hakkında yazı yazmak istediğim fakat bir türlü sıra gelmeyen konulardan birisi de bu: Alışveriş çılgınlığı veya diğer adıyla market manyaklığı.

Literatürde "oniomaniaadıyla geçen bu durumun ülkemizde hızla yayılmaya başladığını biliyor musunuz?

Ben biliyorum.

Eşinden şikayet eden, "Bu ay falanca miktar kredi ödemesi yaptım, eşim deliler gibi harcama yapıyor." diyen kocalardan;

"Canım sıkılınca kendimi alışveriş merkezlerine atarım, poşetler dolusu alışveriş yaparım, hoppp kendime gelirim." diyen kadınlardan;

Tv ekranlarında ünlülerin evi gezilirken, ayakkabı dolabında bizlere izletilen 200 çift ayakkabıdan;

"İnternetin başına oturuyorum, akşama kadar internetteki alışveriş sitelerinde geziniyorum, neyin fiyatı ne kadar onlara bakıyorum. Acaip hoşuma gidiyor. Fakat vaktimi oralarda harcamaktan evimin işini yapamıyorum, çocuklarımı ihmal ediyorum" diyen bayanlardan;

"İşim gereği çok bakımlı görünmem gerekiyor. Sürekli alışveriş yapmak ve kendime yeni giysiler almak zorundayım. Üstelik sevmiyorum zaten aynı tişörtü birkaç kez giymeyi. Giysim benim kartvizitim. Ne kadar şık ve pahalı giyinirsem, o kadar iyi iş bağlıyorum." bahanesinin arkasına sığınan işadamlarından...vs. biliyorum.

Ben biliyorsam sizler de haydi haydi biliyorsunuz demektir.

Peki bu durumun bir hastalık olduğunu biliyor musunuz?

...

İnsanların "ihtiyaçları" olmaksızın, kendilerini maddi yönden zora sokacak şekilde sürekli alışveriş yapması hastalık olarak kabul ediliyor. Parası olanlar bu kapsamda değil mi? Elbette bu kapsamda. Ana kriter "ihtiyaç" olgusu.

Demek ki normal şartlarda evin, çocukların ve bizim ihtiyaçlarımızın giderilmesi için yapılan alışveriş davranışımız; içimizdeki sıkıntıyı, üzüntüyü, yalnızlığı gidermek için yapılıyorsa ve her seferinde alışveriş yaparak sorunlarımızdan kurtulmaya çalışıyorsak "alışveriş bağımlılığı" dediğimiz hastalığın içine düşmüşüz demektir. Gerçi dünya bunun tam bir hastalık olup olmadığına karar vermeye çalışıyor. Bazı teorisyenler kesin olarak hastalıktır diyor, bazıları depresyon, OKB ve Bipolar bozukluğun semptomu olarak görmeye devam ediyor. Ne denilirse denilsin, psikolojik hatta psikiyatrik rahatsızlıklar grubunda yer alıyor. Kimbilir bir sonraki DSM kriterlerinde kendi şahsına münhasır bir hastalık olarak yer bulacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bu durumun tüm dünyada hızla arttığını ve içsel duygularının zorluklarından bu yolla rahatlayan insanların kişilik yapılanmalarında da sorunlar olduğunu biliyoruz.

Diyeceksiniz ki bu durumu körükleyen sebepler nelerdir? Neden insanlar alışveriş çılgını olup çıktı?

Kapitalist dünya düzeninde sermayenin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Sermayenin, düzenli tüketime ihtiyacı vardır ki para kazansın. Ne kadar çok tüketilirse o kadar çok üretilir ve sermaye sahibi o kadar çok kazanır. Dolayısıyla sistem de! Ancak gözden kaçan önemli mesele şu ki, insan canlısına sürekli tüketimi aşıladığınızda "üretici" olmayı unutabilir. Gelişigüzel beyin üretemez! Düşünen, akıleden, algılayan beyin üretir! Siz ülkenin büyük çoğunluğunu tüketici haline getirirseniz, diğer yandan üretim mantığını elinden almış olursunuz. Derken uzun vadede bumerang gibi kendisini yaralayacak bir döngüsellik oluşturursunuz.

İşte içinde yaşanan hayatın yaşam koşulları, kişilerin bireysel sorunlarıyla buluşunca ortaya yeni hastalıklar çıkıyor malesef. Görsel medyanın reklam sektörüne girerek alışveriş kültürü bombardıman yapması, markaların pazarlama stratejileri alışveriş bağımlısı insanların sayısını artırıyor. Reklamlar insanların alışveriş yapma isteğini körüklüyor. Kampanyalar, marketlerde indirim günleri, mağazalarda önce aşırı artırılan ardından normale getirildiği halde indirim yapılmış gibi gösterilen kampanyalar, alışveriş katologlarının evlere kadar getirilmesi, internet üzerinden uygun fiyata alışveriş yapıldığı iddia edilen yeni internet mağazaları...vs. her şekilde alışveriş yapmamızı sağlıyor.

İnsanlar mutlu mesut alışveriş yaparlarken sorun yok gibi görünür. Ancak zaman içinde gelir/ gider dengesinde bozulmalar devreye girer. Alınan eşyalar evdeki yaşam alanını sıkıştırmaya başlar. Ayakkabı dolabı tıka basa doluyken hala ayakkabı almaya çalışan kadına birileri hesap sormaya veya dolaplar tıka basa takım kıyafet doluyken hala alışveriş yapan kocaya, eşi isyan etmeye başlar. Derken aile içinde sorunlar başgösterir. Danışmanlık merkezimize aile içi anlaşma sorunu diye gelen pek çok çiftte, alışveriş hastalığı şikayetleri duyuyoruz sevgili okurlar.

Bu hastalık, alışverişten hemen sonra kişiye rahatlama duygusu yaşatıyor. Ancak alınan ve lüzumsuz olduğu farkedilen ürünler kişide kısa süre sonra suçluluk duygularına neden oluyor. Sinirlilik, mutsuzluk, hayattan keyif almama, işe yaramama duyguları oluşturuyor. Kişi bunlardan kurtulmak için yine alışveriş yapıyor, kısa vadede mutlu olurken uzun vadede suçluluk, sinir, mutsuzluk duyguları geri geliyor. Derken sarmal döngü! Tıpkı uyuşturucu, alkol ve madde bağımlılığında olduğu gibi.Maddeyi kullan kısa sürede rahatla; ancak uzun vadede kendini yok et! Ne kadar korkunç değil mi?

Dijital bağımlılıklar aslında bir şanstır!

Dijital bağımlılıklar aslında bir şanstır!

Olayları bazen tersten anlatmayı seviyorum. Zira aklım, içimdeki iflah olmayan ergenle işbirliği yapınca ortaya hoş bir bakış açısı çıkıyor sanırım.

İnsanımızın genel duygu yapısı depresif olunca, olaylara yüklediği anlamlar da kaçınılmaz olarak negatif süreçleri içeriyor. Olanı kötü görmeye, olanlardan hemen olumsuz anlamlar çıkararak kendimizi korkutmaya alışmış bir ruh halimiz var maalesef.

İşte tam da bu durumlarda, içimizdeki çocuğun biraz büyümüş hali olan ergen yanlarımızı harekete geçirmekte fayda var sevgili okurlar!

Ergen, çocuktan farklıdır... çocuk hep mutludur, hep umutludur. Ergen, geçmişle gelecek arasında köprü olabilecek ruhsal yapılanmaya sahiptir. Çocuğa göre olgun, yetişkine göre çılgındır. 

Psikolojik destek çalışmaları yaparken dikkatimi çekiyor. Ergenin veya çocuğun ruhsal yapılanmasını, ilerleyen yetişkin hayatımıza da taşımamız gerekiyor. Pikniğe gitmek için hazırlansa, aniden yağmur başlasa, piknik yapamadığına üzülmek yerine, çamurla dans etmenin keyfini sürebiliyor ergen.

O yaşların çeşitlendirerek geliştiren bakış açısını niçin bu yaşımıza taşımayalım?

Şimdi, son yıllarda hepimizin en çok korktuğu kara senaryoyu, iflah olmayan ergen bakış açımızla yeniden gözden geçirelim ne dersinizDijital Bağımlılık!

Dijital bağımlılıklar aslında bir şanstır!

Dağılmadan toparlanmıyor; eksilmeden çoğalmıyor; üzülmeden mutluluğun değeri anlaşılmıyor; hastalanmayınca sağlığın kıymeti bilinmiyor; kaybetmeden kaliteli insanın yeri anlaşılamıyor vb. 

Dünyanın düzeni böyle... veya onu tersten okuyarak biz bu hale getirdik.

Bağımlılık, bilinçdışı süreçler açısından bakıldığında "meşguliyet" anlamına gelir. Beyin en fazla neyle meşgul oluyorsa, ona bağımlı olmaya başlamıştır, haberi yoktur. 

Dijital teknolojinin hayatımızın her anına girmesi, eşimizden çok onunla irtibat halinde olmamız, duşa bile telefonlarımızla girip twitter yazışmalarını okumamıza bakılırsa, ruhsal sevgilimiz olmuş gibi geliyor bana. 

Şimdi bu sevgiliyi kendimizden uzak mı tutacağız, yoksa onun nimetleriyle külfetlerini akla uygun düzeyde harmanlayarak, kişisel gelişimimize katkı sağlayan kaliteli bir ürün haline mi getireceğiz? Bu kısmı tamamen sizin kontrol yeteneklerinizin zemininde şekillenecek elbet.

Ben her türlü psikolojik rahatsızlığın şans olduğuna inanıyorum. Adı ister panik atak olsun, ister depresyon, ister anksiyete, ister bağımlılık... çünkü insan hayatı kendi doğal sisteminde ilerlerken, bazen yoldan sapabilir, bazen temel hedeflerine uymayan alanlara kayabilir, bazen kontrolü dışında savrulmalarla karşılaşabilir. 

Duvara çarpmadığında, zorlanmadığında, yaşam kalitesi bozulmadığında, sinir krizine girip ağlamadığında, ellerini gökyüzüne kaldırıp "Bunları hak edecek ne yaptım?" isyanına kalkmadığında, uykularını kaçıran stresler üretmediğinde, çevresinden can sıkıcı uyarılar almaya başlamadığında bir şeylerin ters gittiğini anlamıyor! 

...ters gidişin farkında olmayan bir kişinin, yaşam kalitesini yükseltmesi ve kendi içsel yolculuğunda verimli limanlara ulaşması mümkün mü? Elbette değil!

Bağımlı olan kişi, öncelikle zaman yönetimini kaybetmiştirZihni sürekli internetle ve onun ürünleriyle meşguldür. Doyum sağlamak için internet başında geçirdiği vaktin farkında bile değildir. Arada sırada bir şeylerin ters gittiğini, internet ve onun kardeşi ürünlerle gereğinden fazla haşır neşir olduğunu farketse de durumu kontrol altına alamaz. Tahmininden çok fazla internet alemindedir. Bu meşguliyet öylesine fazla vaktini alır ki; asli işleri aksamaya başlayabilir. İşine, aşına, evine, sevdiğine zaman ayıramaz hale gelir. Strese girer. Stres arttıkça bağımlılık artar. Bağımlılık arttıkça stres artar. Bağımlılık mı stresten doğar, stres mi bağımlılıktan çıkar belli olmayan garip bir sarmal döngü yaşanır durur.

Ülke insanımız psikolojisinin bozulduğunu ne zaman fark ediyor biliyor musunuz? İntihar etmeye karar verdiğinde..!

Bu seviyede duygu körlüğü yaşayan, bu seviyede duygu intiharı yaşayan başka memleket var mı bilmiyorum; ama ülkemizde kadın sinir krizi geçirip intihar için cama çıkmayınca kocası onu alıp terapiye getirmiyor. Veya kişi yaşama sevincinin tamamını kaybetmeden seanslara gelmiyor.

Ben de bu mantıkla bakınca diyorum ki; iyi ki internet bağımlılığı var!

Çünkü bağımlılıkların zemininde, duygu kontrol zorluğu, duygu körlüğü ve kızmayın bana ama bir miktar kişilik bozuklukları yatar! 

İyi ki internet bağımlılığı var. Kişi bağımlılık seviyesine ulaştığında, günlük hayattan koptuğunda, insanlarla sosyal ilişkilerini yitirdiğinde, yaşam kalitesi gerilemeye başladığında yardım almaya karar veriyor ve sağlıklı kullanım yöntemlerini öğreniyor. Böylece zaman yönetimini öğrenme, sosyal yaşam becerileri konusunda donanımlı hale gelmek için destek programlardan istifade ediyor.

Dibe çökmeyince, gökyüzünün ne kadar aydınlık olduğu bilinmez.

Yaşam kalitesi aşağıya inmedikçe, insan insana mutlu olmanın ve yaşamın diğer nimetlerinden istifade ederek keyif almanın kıymeti anlaşılamaz.

Adı ister bağımlılık olsun ister depresyon bence farketmez, psikolojinin bozulması gerçekten bir şans! Çünkü kişi, bir şeylerin ters gittiği anlıyor ve hayatında radikal değişiklikler yapıyor. Yapmadıklarını ekliyor, fazla gelenleri eliyor, nefes alacağı birbirinden değişik programlar uyguluyor. Çiçekleri koklamaya başlıyor. Doğayı sevmeyi öğreniyor. Gözgözebakışıp gizlice gülüşmenin verdiği hazzı bir kez daha deneyimliyor

Özetle yaşamı yeniden keşfediyor...

"İyi de...! Keşfetmek için bağımlı olmaya gerek var mı?" dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Bence de yok... 

Bazılarına göre maalesef hala var... olmaya devam edecek... veonlar hayatı yeniden keşfetmek için önce kaybedecekler... ardından tekrar bulmanın yollarını arayacaklar...

Sevgiler...

 

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

0212 583 00 22 - 0533 488 06 00

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu

 

 

 

10 Şubat 2015 Salı

Şişştt… Amca Kızıyor…!" diye çocuk büyütülmez!

"Şişştt… Amca Kızıyor…!" diye çocuk büyütülmez!

Herkese sevgiler ve selamlar göndererek başlamak istiyorum yazıma. Ailenin çocuk yetiştirme usulleri hakkında yazı yazmam istenince, ne yapılmama gerekmiyorsa o konuda yazayım istedim ve geçtim bilgisayarımın başına. Çocuk yetiştirmek zor ama bilmeden yanlış yöntemler uyguluyorsanız daha da zor. Ki bizim amacımız iç denetim mekanizmasını kullanabilen, otokontrolü çalışan çocuklar yetiştirmek olmalı. 

Ülkemizde amcalar, teyzeler, ablalar hiç bitmez… her yerde vardırlar… sürekli de kızarlar zaten…

Çünkü bir çocuk ne zaman yaramazlık yapsa, annesi veya babası, o kaçınılmaz cümleyi söyler:

Şişşştttt… Dur yapma kızım… Bak amca kızıyor…”

Amcanın kızması bir şey değil de, keşke her şey sadece amcanın kızmasıyla sınırlı kalsa…!

Amca kızar… çocuk bildiğini okur…

Teyze kızar… çocuk bildiğini okur…

Abi kızar… çocuk yine bildiğini okur…

Peki bu kadar çok kızan insana rağmen, niçin çocuklarımız bir türlü istediğimiz gibi davranmaz?

Anne-babalar, çocuklarıyla baş etmek için üretmiş aslında bu yöntemi… ama tamamen yanlış bir uygulama…

Bir anne, çocuğuyla yolda yürürken, alışveriş yaparken, parkta oyun oynatırken, yapılan yanlışlığı durdurmak için, çevredeki insanlardan yardım almaya kalkınca, işler yolunda gitmiyor.

Çocuklarımızın kafasını karıştırıyoruz farkında olmadan sevgili anne ve babalar…

Misafirliğe gittiğimizde, oğlumuz koltuğa çıktığında:

Şişşşt yapma yavrum… bak Fatma teyze kızar şimdi sana…” dediğinizde, aslında oğlunuza ne demiş oluyorsunuz biliyor musunuz…?

“Bak yavrum, koltuğa bastığında Fatma teyzen kızıyor… Fatma teyze yanımızdayken koltuğa basma… odadançıktığında veya onun görmeyeceği yerlerde koltuğa basabilirsin…”

Evet… aynen böyle anlıyor hem de…

Çocuğu vazgeçirtmek için söylediğimiz bu cümlenin sonuçlarını tek tek gözden geçirelim isterseniz…

Öncelikle bu cümle, çocuğun “otokontrol” mekanizmasını alt üst eder. Hani şu halk arasındaki söylemimizle “İrade” dediğimiz mekanizma. Çünkü çocuğa, Ayşe Teyze, Ahmet Amca gibi kişiler işaret edildiğinde, ister istemez kişilere göre hareket etmeye başlayacaktır.

Özdenetim, otokontrol, irade, kendini tutma…vb. gibi çeşitli isimlerle adlandırdığımız sistem çöküyor böylece… hatta adı ne olursa olsun fark etmez aslında… önemli olan çocuğun kişiye odaklı davranmayı huy edinmesidir.

Doğru,eşya ve nesne kullanımını işaret eden uyarılardır… yani:

Hiii… benim tatlı oğlum… koltuğa basılmaz… koltuktaoturulur… yerde yürünür… hadi hemen in aşağıya… koltuğa zarar vermeyelim oldu mu… aferin benim yakışıklı oğluma…” gibi bir ifade kullanmak…

Markettesiniz… yiyeceklere saldırıyor…

Şişşttt… yapma kızım… bak görevli amca kızıyor… dokunma bakayım onlara…” değil…

“Tatlı kızım… dokunursan raftakiler dökülür… bak ne kadar güzel sıralamışlar… hem de bizim için… biz güzel görelim diye… şimdi dokunup dökersek üzülürler… yazıkolur… uzaktan bakalım oldu mu? Merak ettiklerini söyle, ben sana veririm… “ vb. gibi duruma uygun bir ifade ile…

Böylece evladımızın zihinsel süreçlerine önemli bir katkıda bulunmuş oluruz. Kişiye göre değil, nesneye göre hareket etmeyi öğretmiş oluruz. Muhakeme yeteneklerinin gelişmesini sağlamış oluruz. Benzer durumlarda, benzer sonuçlar çıkararak, kendiliklerinden zarar vermemeyi öğrenmelerine vesile olmuş oluruz.

Ayrıca…. Bence en önemlisi… BİZE GÜVENMEYİ ÖĞRENMİŞ olur çocuğumuz…

Siz sürekli amca kızar, teyze kızar dedikçe, kızınızın ve oğlunuzun size olan güvenini yitirdiğini biliyor muydunuz….?

Aynen şöyle düşünmeye başlıyorlar:

“Anneciğim, senin yanında olduğum halde herkes bana kızıyor… beni hiç korumuyorsun… kendimi yalnız ve korumasız hissediyorum…” 

…ve böylece ya saldırgan bir yapı geliştiriyorlar… ya da içe kapanık bir yapı…

Çocuğun doğruyu/yanlışı öğrenme yetisi, kendi ruhsal bünyesinden yola çıkmalıdır. Yani kendinden yola çıkarak, iyi ve güzele ulaşmalıdır. Kendinden yola çıkmazsa, kendisi dışındaki nesnelere yönelirse, iç denetim mekanizması gelişmez. Sağlıklı bir yetişme süreci için, ebeveynin, çocuğunun iç denetim mekanizmasını harekete geçirmesi gerekir.

Karar verme, olayları değerlendirip sonuca varma iradesi, çocuğa ait olmalı… çocuk bir şeyin doğru mu/yanlış mı olduğunu, muhakeme yeteneğini kullanarak ayırt edebilmeli… aksi halde hep başkalarına endeksli bir yaşam sürmeye başlar.

Anneler ve babalar, biraz daha zaman harcayıp, biraz daha emek vermemek için, kestirme yöntemler kullanmayı seviyorlar. Ya da doğrunun ne olduğunu bilmeden de yapabiliyorlar…

Adına da ister tabiat kanunu deyin –ki ben bu duruma sünnetullah demeyi tercih ediyorum- ister kaçınılmaz son, gerekçeleriniz ne kadar insani ve sevgi dolu olursa olsun, psikolojik süreçler açısından zarar verici bir davranış uyguluyorsanız, çocuklarınızla iyi bir iletişim kurmakta zorlanacaksınız demektir. 

…iyi bir birliktelik, iyi bir ruhsal/duygusal paylaşım sizden çok uzaklara gider böyle durumlarda… 

…ve bir gün uzun uzun düşünmek zorunda kalırsınız.. “Ben nerede hata yaptım…” diye…

....

Çocuklarımız bize emanet ve bu emanete uygun olarak yetiştirmek zorundasınız. Elinizden geldiğince doğru yöntemlerle, karakter ve kişilik yapılarını güçlendirerek, adalet duygusu taşıyan, kaliteli insanlar olmasını istiyorsanız doğru yol ve yöntemler öğrenmenizde fayda var sevgili anne babalar!

Aslına bakarsanız "Çocuğunuzun Terapisti Olun" adı altında çok tatlı eğitimler veriyoruz. Birkaç saatinizi ayırarak bu eğitimlere katılabilirsiniz. 

3 saatlik eğitimler şeklinde hazırlıyoruz ve çocuklarınızla doğru iletişimi kurabileceğiniz profesyonel yöntemler öğrenmenizi sağlıyoruz. Çocuğunuza doğru dili kullandığınızda, akıllarını karıştıracak ciddi yanlışlıklar yapmadığınızda, büyüme dönemi özelliklerine göre büyüttüğünüzde, anne baba olmanın sandığınız kadar zor olmadığını anlıyorsunuz.

"Az bilgi çok bela savar...!" sloganıyla eğitimler veriyoruz hep. Bilginin ve doğru yöntemin olmadığı yerde sıkıntının oluşması kaçınılmazdır. Oysa doğru yöntem öğrenmek çok kolay çok...

 

Sevgiler...

 

 

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman)

 

0212 583 00 22 - 0533 488 06 00

 

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu

6 Şubat 2015 Cuma

Alışveriş Çılgınlığıyla Başetme Yolları

1. Öncelikle kendinize çok iyi bir göz atın. Sıkıntı ve üzüntü yaşadığınızda, bununla başetmek için kendinizi alışveriş merkezlerine atıyorsanız veya internet başına oturup falanca mağazalardan ürün seçiyorsanız, toparlanmanın daha farklı yolları olabileceğini düşünün.

2. Unutmayın! Alışveriş çılgınlığı, illaki alışveriş yapacağınız anlamına gelmiyor. Alışverişmağazalarının önünde uzun zaman geçirmek, internet sitelerinde bir şeyler almasanız bile ürünlerle gereğinden fazla haşır neşir olmak anlamına geliyor. Para harcamıyorsanız bile, kendinizi oyalayacak veya dikkatinizi dağıtacak başka bir yol bilmiyor olmanız da bu hastalığın içine düştüğünüz anlamına gelmektedir.

3. Kendinizi oyalamak için dışarıya çıkmanız gerekiyorsa, yürüyüş yapabileceğiniz yerler tercih edin. Veya güzel bir cafeye oturup kendinize çay ısmarlayın.

4. İnternet başına oturarak kendinizi yatıştırabiliyorsanız eğer, alışveriş sitelerine girerek değil, güzel yazılar okuyacağınız, günlük haberleri takip edebileceğiniz siteleri tercih edin. Kişisel gelişiminize katkıda bulunacak çok değerli siteler var. Arayan buluyor merak etmeyin.

5. Alışveriş tutkunuz olduğunu düşünüyorsanız, nakit para kullanmayı tercih edin. Çünkü kredi kartı, para harcandığını hissettirmiyor insana.

6. Dışarı çıkarken yanınıza fazla para da almayın. Kredi kartınız varsa evde bırakın ve nakit para da almayın yanınıza. Sadece dışarıda çay içmenize yetecek ve eve gelip gitmenizi sağlayacak kadar para alarak çıkın.

7. Yakın arkadaşlarınızdan, komşularınızdan borç alma alışkanlığınızı bırakın. "sen ver, ben sana eve gidince öderim" çok tehlikeli bir yöntemdir alışveriş bağımlıları için.

8.Beyninize komut verin! Ne almak için çıktıysanız dışarı, sadece o ürünü alarak eve gelin! Akıllı insanlar vardır, alışveriş tutkunu da değildirler. Öylesine gezerlerken, ihtiyaçları olan bir ürünle karşılaştıklarında, kenarlarında bulundurdukları bir parayla hemen alırlar. Hem uygun hem de kullanışlı olacak biçimde. Bu güzel bir alışkanlıktır. Bahsettiğim durumu anladınız değil mi? Alışveriş çılgını olan insanlara diyorum, bir ürün için çıkın ve onun dışında kesinlikle bir şey almayın, diye. Lütfen ikisini birbirine karıştırmayalım.

9. Beğendiğiniz bir ürünü almadan önce kendinizi frenleyin ve içinizden 100'e kadar sayın. Hatta mümkünse mağazadan dışarı çıkın. Gezinirken, o ürüne gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını düşünün. Sadece beğendiğiniz ve sizin olmasını istediğiniz için mi alıyorsunuz, yoksa cidden ihtiyacınız olduğu için mi?

10. Almak istediğiniz üründen evde kaç tane daha olduğunu hatırlamaya çalışın! Alışveriş çılgını kişiler, dolaplarında aynı üründen pekçok olmasına rağmen hala hiç yokmuş gibi almaya çalışırlar. Alınınca etiketini bile çıkarmadan dolapta aylarca beklettikleri olur. O anda almak istediğiniz ürünü, eve geldiğinizde almadığınız için mutlu olabilirsiniz. Kendimden de biliyorum, bazen bir şey almak istiyorum, sonra vazgeçiyorum. Eve geldiğimde "iyi ki almamışım" duygusuna kapılıyorum.

11. Sizi yakından tanıyan ve ihtiyaçlarınızı ortalama bilen birileriyle alışverişe çıkın. Böylece gelişigüzel her şeyi sepete doldurmaya çalışırken sizi frenlesin! Ona gücenmeyin. Onu sevin...

12. Alışveriş hastalığından kurtulmak için egzersiz yapabilirsiniz. Diyelim ki her çıktığınızda mutlaka bir şeyler alıyorsanız, evden çıkmadan önce kendinize komut verin. "Şimdi falanca alışveriş merkezine gideceğim, orda yarım saat gezeceğim. Kesinlikle hiçbir şey almadan eve geleceğim." Deyin. Ve öleceğinizi bilseniz kesinlikle almayın. Eve geldiğinizde eliniz boşsa kendinizi ödüllendirin. Sevdiğiniz biriyle telefonla görüşün, bir bardak çay/kahve için, müzik eşliğinde zaferinizi kutlayın. Bu tür egzersizleri artırın.

13. Elinizi attığınız her ürünün fiziksel ihtiyacınızı değil, duygusal ihtiyaçlarınızı doyurduğunu bilin! "Bu elimdeki ürün, içimdeki hangi boşluğu karşılık geliyor acaba?" diye düşünün.

14. En çok aldığınız ürünlerden (ayakkabı, bluz, makyaj malzemesi, tencere, tabak,...vs) uzak durun. O mağazaların önünden bile geçmeyin. Aldığınız ürünlerin tamamen "Kompulsif bir hastalık" olduğunu düşünerek elinizden bırakın.

15. Mağazalarda yanınıza gelen satış elemanlarının "Size çok yakıştı" cümlelerine inanmayın.

16. Bir ürünün çok işe yaraması, çok nadiren bulunması, çok kişi tarafından tercih edilmesi gibi gerekçeler o ürünü almanız için yeterli sebep değildir. Yeryüzünde öyle çok işe yarayan eşya ve ürün var ki! Hangi birini alıp, hangisini evimizde nereye koyacağız Allah aşkına! Aklımızdan istifade etmek en iyisi diye düşünenlerden olalım.

17. Yeryüzünde açlık çeken binlerce insanın olduğu bir dünyada, ihtiyaç olmadan aldığımız her ürünü, bizim için insani değerlerimizi yitirmenin tavan noktası olarak algılamaya çalışalım. İnsani melekelerin bitmeye başladığı yerdir aslında alışveriş çılgınlığı. Bir insanın, öteki insanın halini hiçe saymasıdır.Alışverişe giderken sosyal düşüncelerinizi de yanınızda götürün. Kendi adıma ben öyle yapıyorum doğrusu. Gerekli gördüğüm bir nesneyi alırken, aklıma yeryüzündeki aç insanlar geliyor. Hemen rafa geri koyuyorum. Eve geldiğimde de eksikliğini hissetmiyorum bile! Demek ki çok da önemli bir ihtiyaç değilmiş, diye düşünüp almadığıma seviniyorum.

Alışveriş Çılgınlığı nedir?

Literatürde "oniomania" adıyla geçen hastalık ülkemizde hızla yayılıyor ve alışverişten hemen sonra kişiye rahatlama duygusu yaşatıyor. Neyse ki çaresi var

Son günlerde hakkında yazı yazmak istediğim fakat bir türlü sıra gelmeyen konulardan birisi de bu: Alışveriş çılgınlığı veya diğer adıyla market manyaklığı.

Literatürde "oniomaniaadıyla geçen bu durumun ülkemizde hızla yayılmaya başladığını biliyor musunuz?

Ben biliyorum.

Eşinden şikayet eden, "Bu ay falanca miktar kredi ödemesi yaptım, eşim deliler gibi harcama yapıyor." diyen kocalardan;

"Canım sıkılınca kendimi alışveriş merkezlerine atarım, poşetler dolusu alışveriş yaparım, hoppp kendime gelirim." diyen kadınlardan;

Tv ekranlarında ünlülerin evi gezilirken, ayakkabı dolabında bizlere izletilen 200 çift ayakkabıdan;

"İnternetin başına oturuyorum, akşama kadar internetteki alışveriş sitelerinde geziniyorum, neyin fiyatı ne kadar onlara bakıyorum. Acaip hoşuma gidiyor. Fakat vaktimi oralarda harcamaktan evimin işini yapamıyorum, çocuklarımı ihmal ediyorum" diyen bayanlardan;

"İşim gereği çok bakımlı görünmem gerekiyor. Sürekli alışveriş yapmak ve kendime yeni giysiler almak zorundayım. Üstelik sevmiyorum zaten aynı tişörtü birkaç kez giymeyi. Giysim benim kartvizitim. Ne kadar şık ve pahalı giyinirsem, o kadar iyi iş bağlıyorum." bahanesinin arkasına sığınan işadamlarından...vs. biliyorum.

Ben biliyorsam sizler de haydi haydi biliyorsunuz demektir.

Peki bu durumun bir hastalık olduğunu biliyor musunuz?

...

İnsanların "ihtiyaçları" olmaksızın, kendilerini maddi yönden zora sokacak şekilde sürekli alışveriş yapması hastalık olarak kabul ediliyor. Parası olanlar bu kapsamda değil mi? Elbette bu kapsamda. Ana kriter "ihtiyaç" olgusu.

Demek ki normal şartlarda evin, çocukların ve bizim ihtiyaçlarımızın giderilmesi için yapılan alışveriş davranışımız; içimizdeki sıkıntıyı, üzüntüyü, yalnızlığı gidermek için yapılıyorsa ve her seferinde alışveriş yaparak sorunlarımızdan kurtulmaya çalışıyorsak "alışveriş bağımlılığı" dediğimiz hastalığın içine düşmüşüz demektir. Gerçi dünya bunun tam bir hastalık olup olmadığına karar vermeye çalışıyor. Bazı teorisyenler kesin olarak hastalıktır diyor, bazıları depresyon, OKB ve Bipolar bozukluğun semptomu olarak görmeye devam ediyor. Ne denilirse denilsin, psikolojik hatta psikiyatrik rahatsızlıklar grubunda yer alıyor. Kimbilir bir sonraki DSM kriterlerinde kendi şahsına münhasır bir hastalık olarak yer bulacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bu durumun tüm dünyada hızla arttığını ve içsel duygularının zorluklarından bu yolla rahatlayan insanların kişilik yapılanmalarında da sorunlar olduğunu biliyoruz.

Diyeceksiniz ki bu durumu körükleyen sebepler nelerdir? Neden insanlar alışveriş çılgını olup çıktı?

Kapitalist dünya düzeninde sermayenin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Sermayenin, düzenli tüketime ihtiyacı vardır ki para kazansın. Ne kadar çok tüketilirse o kadar çok üretilir ve sermaye sahibi o kadar çok kazanır. Dolayısıyla sistem de! Ancak gözden kaçan önemli mesele şu ki, insan canlısına sürekli tüketimi aşıladığınızda "üretici" olmayı unutabilir. Gelişigüzel beyin üretemez! Düşünen, akıleden, algılayan beyin üretir! Siz ülkenin büyük çoğunluğunu tüketici haline getirirseniz, diğer yandan üretim mantığını elinden almış olursunuz. Derken uzun vadede bumerang gibi kendisini yaralayacak bir döngüsellik oluşturursunuz.

İşte içinde yaşanan hayatın yaşam koşulları, kişilerin bireysel sorunlarıyla buluşunca ortaya yeni hastalıklar çıkıyor malesef. Görsel medyanın reklam sektörüne girerek alışveriş kültürü bombardıman yapması, markaların pazarlama stratejileri alışveriş bağımlısı insanların sayısını artırıyor. Reklamlar insanların alışveriş yapma isteğini körüklüyor. Kampanyalar, marketlerde indirim günleri, mağazalarda önce aşırı artırılan ardından normale getirildiği halde indirim yapılmış gibi gösterilen kampanyalar, alışveriş katologlarının evlere kadar getirilmesi, internet üzerinden uygun fiyata alışveriş yapıldığı iddia edilen yeni internet mağazaları...vs. her şekilde alışveriş yapmamızı sağlıyor.

İnsanlar mutlu mesut alışveriş yaparlarken sorun yok gibi görünür. Ancak zaman içinde gelir/ gider dengesinde bozulmalar devreye girer. Alınan eşyalar evdeki yaşam alanını sıkıştırmaya başlar. Ayakkabı dolabı tıka basa doluyken hala ayakkabı almaya çalışan kadına birileri hesap sormaya veya dolaplar tıka basa takım kıyafet doluyken hala alışveriş yapan kocaya, eşi isyan etmeye başlar. Derken aile içinde sorunlar başgösterir. Danışmanlık merkezimize aile içi anlaşma sorunu diye gelen pek çok çiftte, alışveriş hastalığı şikayetleri duyuyoruz sevgili okurlar.

Bu hastalık, alışverişten hemen sonra kişiye rahatlama duygusu yaşatıyor. Ancak alınan ve lüzumsuz olduğu farkedilen ürünler kişide kısa süre sonra suçluluk duygularına neden oluyor. Sinirlilik, mutsuzluk, hayattan keyif almama, işe yaramama duyguları oluşturuyor. Kişi bunlardan kurtulmak için yine alışveriş yapıyor, kısa vadede mutlu olurken uzun vadede suçluluk, sinir, mutsuzluk duyguları geri geliyor. Derken sarmal döngü! Tıpkı uyuşturucu, alkol ve madde bağımlılığında olduğu gibi.Maddeyi kullan kısa sürede rahatla; ancak uzun vadede kendini yok et! Ne kadar korkunç değil mi?