24 Nisan 2015 Cuma

Çocuğunuz şiddet davranışı geliştirmesin istiyorsanız (2)

Çocuğunuz şiddet davranışı geliştirmesin istiyorsanız (2)

 

Çocuğun sevgi dilini öğrenmesi önemli dedim Salı günü.

Sevgi dilini öğrenmesi için sevgi dolu ortamda, güvende büyümesi gerekir. Çocuk için önemli olan güvende olduğunu bilmesidir. Anne baba boşanırken bile "Merak etme, sen güvende olacaksın." mesajını sözel ve davranışsal olarak dengeli şekilde verebiliyorsanız, çocuğun psikolojisi bozulmaz. Günümüz anne babası, boşanırsak çocukların psikolojisi bozulur diye ayrılmıyor, işe yaramayan ve kendilerini tüketen saçma ilişkileri mecburen yürütüyor. Oysa bu dengesiz ilişkide çocuk kendini güvende hissetmiyor, hatta seanslarda ev hayatından memnun olmadığını, anne ve babası boşanırsa kendisini daha güvende hissedeceğini söylüyor.

Anlayacağınız istikrar şart!

Öfke ve şiddetin olmaması için çocuk yeterince büyüyünceye kadar korumalı, cesaretlendirmeli ve destek olmalısınız. Koruyorum diye korkak, cesaretlendiriyorum diye şımarık, destek oluyoruz zannederek köstek olmadan tabii ki. Çocukla mesafeyi doğru ayarlamalısınız. Bunun için gerekirse bizlerden destek almanızda fayda var. Çünkü ailelerle çalışırken dikkat ediyorum, kimi aile koruyorum diye çocuğu asosyal yapıyor, kimi aile kişilik kazandırıyorum diye narsist. Orta yolu bulmanız önemli. Çünkü ezilen çocuk öfkeli olur. Ve gereğinden fazla şımartılan çocuk kafasına göre takılan, kimseyi takmayan tavırlara bürünür. 

Doğru zamanda doğru yönlendirme yapılmayan çocukların davranışlarında şiddet ve öfke oluşur. 

Bunun dışında sizin onları üst pencereden korumakla görevli olduğunuzu, bunun için sizinle tartışmaya girmemeleri fikrini aşılamaya çalışın. Özellikle ergenlik döneminde "Ben bebek miyim?" tartışmalarının yaşandığına şahit oluyoruz. Dedektiflik yapmadığınızı, ama genel güvenlik ve aile içi karşılıklı sorumluluklarımızdan dolayı, birbirimizin nerede ne yaptığını bilmeye hakkımız olduğunu anlatmanız gerekir. Arkadaşlarını tanımanız gerektiğini, nereye kiminle gideceğini bilmeniz gerektiğini onlar da bilmeli. (Konu konuyu açmasın ama bu kısmı da önemli. Ayrıca başka yazıda anlatırım size.)

Okul çağına ve bedensel gelişimine uygun spor faaliyetlerine, eğitim programlarına ya da düzenli ve yapılandırılmış eğlencelere katılmalarını teşvik edin. Değerlerine saygı duyduğunuz kurum, kuruluş ya da bireylerin yönetiminde olan toplumsal programlara kaydettirin. Gözetim altında yapılan eğlence faaliyetlerine çocuklarınızla birlikte gitmeye çalışın ve diğer kişilerle ilişkilerini izleyin. Gözlemleriniz çok önemli. Diğer çocukların aşağılayıcı, tehditkar, küfürlü konuşmalarına onun nasıl cevaplar verdiğine; vurma, çarpma davranışları ile öfke ifadelerine nasıl tepki gösterdiğine dikkat edin. Kızgınlık ve öfkenin ifadesi için bu tür davranışların uygun yöntemler olmadığını çocuğunuza anlatın ve benzer biçimde davranmasını engelleyin.

Hoşunuza gitmeyen ve doğru bulmadığınız davranışlarını onunla konuşun. Israrla yapıyorsa mutlaka bizlerden yardım alın. Saygıyı, dürüstlüğü, insani değerleri öğretmeye çalışın. 

Hoşunuza giden olumlu davranışları sözel olarak ödüllendirin, kıvamında bir övgü ile onura edin. Malum marifet iltifata tabidir diyor atalar. 

Özellikle ilkokul çağındaki çocuklarla egzersizler yapar gibi tiyatral çalışmalar işe yarıyor. Yani okulda bir arkadaşıyla kavga ettiğinde, onunla olayı konuşun. Sonra tatlı bir şekilde o olayı onunla birlikte senaryolaştırın ve canlandırın. Öfke davranışının yerine ne yapılabileceğini gösterin. Böylece birlikte sesli düşünmüş, onun şiddet dışında uygulayabileceği yöntemler hakkında içgörü kazanmasını sağlamış olursunuz. Çocuklar bu tür yöntemleri çok seviyor ve ağızdan yapılan nasihatten daha çok işe yarıyor. 

Çocuklarınıza anlaşmazlıklarını, tehdit, yumruk ya da silah kullanarak değil, sakin ve yerinde kullanılan sözcüklerle çözmelerini öğretin. Boş zamanları için yapıcı, şiddet içermeyen oyunlar, faaliyetler bulmalarında çocuklarınıza yardımcı olun. Onlara sizin de bir zamanlar hoşlandığınız oyunları, spor faaliyetlerini, hobileri öğreterek, kendi beceri ve yeteneklerini geliştirmelerinde destek olun. 

Küçük çocuklarınıza hikayeler okuyun, daha büyüklerini kütüphanelere götürün ya da akrabalarınız arasından değer verdiğiniz, hayran olduğunuz, çevresi ve diğer insanlar için bir şeyler yapmış olanların hayat hikayelerini anlatın. Böylece onları kendi değerlerinizin içine dahil etmiş olacaksınız.

Onlarla sorun yaşadığınızda şiddete başvurmayın. Bağırmak, tehdit etmek, azarlamak işe yaramıyor görüyorsunuz. Bazen işe yaradığı görürsünüz, ancak anlık işe yarar. Nasılsa işe yarıyor diye sürekli uygularsanız, çocuğunuzu gizli bir canavara dönüştürdüğünü sonradan anlarsınız. Fiziksel cezalar, istenmeyen davranışları belirli süre için durdurur. Sonrası için kişilik zaafiyetine dönebilir. 

Bağırıp aşağıladığımız, sürekli kendisini kötü hissettirdiğimiz bir çocuğun büyüdüğünde onurlu, kendinden emin, kaliteli insan olmasını bekleyemezsiniz. Üstünü görünce boyun eğen, altında olduğuna inandığı kişileri ezen, iç dünyasının ezilmişlik duygularının faturasını mutlu ve sağlıklı kişilere kesen acaip bir yetişkin olur çıkar, şaşırırsınız!

Şiddetin, şiddetten uzak yöntemlerle toparlanması gerekir. 

Öfke, normal ve sağlıklı bir duygudur. Diğer duygularımız gibi. Yanlış olan onun saldırgan davranışlara dönüşmesidir. 

Özetle çocuğunuzun öfkesini anlayın, anlatmasını sağlayın. Ancak bu öfkenin çevreye zarar vermesine müsaade etmeyin. 

Gerekirse öfke kontrol eğitimlerinden istifade ettirin. 8-10 seans öfke eğitimi almak, yaşama başka bir pencere açmaktır. Kaliteli davranış eğitimidir. Herkese tavsiye ederim.

Bilmeyenler için kaynak önermiş olayım; Nesil yayınlarından çıkan kitabım var. Mutlaka okuyun, okutun. "Öfke Kontrolü" isimli kitabımda detaylı bilgiler, örnek vakalar göreceksiniz. Eminim çok seveceksiniz ve okudukça öfkeyle nasıl baş edilir detaylı şekilde öğreneceksiniz.

Sevgiler...

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

Tlf0212 583 00 22- 0533 488 06 00

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu

 

Çocuğunuz şiddet davranışı geliştirmesin istiyorsanız (1)

Çocuğunuz şiddet davranışı geliştirmesin istiyorsanız (1)

 

Yaşı fark etmiyor çocuğunuzun, bir öfke, bir şiddet, bir kızgınlık! Bazı ailelerden gelen sorular üzerine bu konuya yazayım istedim bugün. Çocukta şiddet davranışı ortaya çıkmasın diye neler yapabilirsiniz?

Baba, anneye bağırıyorsa; anne, köşelerde ağlıyorsa?

Anne, çocuğuna kızıyorsa; hızını alamayıp dövüyorsa?

Dede, ananeyi her seferinde tansiyon krizine sokuyorsa, sofradaki tuz eksik diye kıyameti koparıyorsa?

Mağazalara girildiğinde, istekleri yerine getirilmeyen çocuk, rezalet çıkmasın adı altında eninde sonunda amacına ulaşıyorsa?

Evde izlenen filmlerde, sorun çözme yöntemi olarak hep şiddet gözlemleniyorsa?

Sokaktaki amcalar, yol üstünlüğü veya park önceliği için, kulakları tıkamamız gereken türden küfürler savuruyorsa?

En doğal davranışlar, öfkeyle karşılanıp, üzerine şiddete maruz kalıyorsa?

Yere düşen bez parçası "Allah kahretsin yaa, ne düşüp duruyorsun?" gibi ilginç ifadelerle tekmelenerek ayakla yerden alınmaya çalışılıyorsa?

Temizlenen evin doğal yollardan yeniden kirlenmesinin bedeli, çocuğun darp görmesi olarak kendisine dönüyorsa?

İki kardeş kavga ederken, onları ayırmanın yegane yolu her ikisine de şiddet uygulayıp, ağır hakaretlerle odaya kilitlemek oluyorsa?

Aşılabilir en ufak zorluklarda, yetişkinlerin asılan suratları, ağızlarından çıkan çirkin sözler, gözlerinden fırlayan şimşek bakışlar çevreyi kuşatıyorsa?

Konuşarak sorun çözülebileceğinin, doğru anlarda doğru tavrı koymanın her zorluğun üstesinden gelebileceğine dair şirin hayatlar azalmaya başlamışsa?

Nereden öğrenecek bu çocuk şiddetten uzak yaşamayı..?

Anne-babanın arasında güven sevgi dolu bir yaşantı olmalı ki çocuk önce ailede görsün sevgi dilini. Merhameti, güler yüzü, birbirine bakarak mutlu olmanın ne demek olduğunu. Kırılan ümitlerin, olası sorunların çözüm noktası olmalıdır "ilişki"nin kendisi. 

"Hayat bu! Her türlü zorluğu olacak illa ki, ama biz eleleverirsek hepsinin üstesinden geliriz." anlamına gelen davranışlar hakimse evinizde, çocuğunuzun şiddete başvurmasına fırsat olmaz. 

Anne baba arasında sevgi olmayabilir. Günümüz aile yapısında çok karşılaşıyorum ben. Sizler de bilirsiniz, hatta belki en yakınlarınızdaki insanlarda vardır, şahitsiniz. Evli kişiler birbirini sevmiyor. Sevdiğini zannediyor; ama bence yeterince sevmiyor. Hatta çoğu evli çift, birbirine soğuk ve uzak olduğunu kabul ederek aynı evde yaşıyor. 

Çiftlerin uzak ve yabancı olmaları ayrı bir sorun o konuya hiç girmeyeyim, bir de cahillerse işler fena. Çünkü sevgi olmasa bile davranış kontrolünün olduğu, kadın ve erkeğin birbirine ortalama normal davranışlar sergilediği ailede büyüyen çocuk şiddete başvurmaz.

Bunun tam tersi aileler de var. Güya kadın ve erkek birbirini çok seviyor, inanılmaz aşık, ama sürekli kavga ediyor. Haftanın belirli günlerinde kavga etmek, hiçbir şey yok gibi tekrar barışmak onlar için nefes almak gibi doğal hale gelmiş sayılıyor. Bu tip ailelerde de çocuk dengesizleşir tahmin edeceğiniz gibi.

Şiddetin az olması ve öfkenin çocuğunuz için tek yol olmaması için ilk kural; evde birbirinize olan davranışlarınız ve çocuğunuza karşı geliştirdiğiniz davranışlarınızın tutarlı olması. 

İki gün moralim iyi, keyfim yerinde çocuğa tahammüllü davranıyorum; üç gün sonra stresliyim ve hırsımı çocuktan çıkarıyorum tarzındaki dengesiz davranışlar, evladınızın kafasını karıştırır. Olaylara ve sosyal yaşam kurallarına göre değil, sizin mevsimler gibi değişip duran dengesiz ruh halinize göre davranmaya çalışır. Yani dengesizleşir! 

Çocuğun sakin ve huzurlu olabilmesi, şiddete başvurmaması için evde ılıman bir iklimin olması gerekir. Baştan da söylediğim gibi hayat bu, illaki olumsuz dönemlerden geçeriz. Hatta bu olumsuz dönemler, aile birbirine doğru şekilde tutunuyorsa, elele verirlerse zorlukların üstesinden nasıl gelinebileceği hakkında yaşamsal tecrübe olur. Çocuk görerek öğrenir. Nerde nasıl davranılacağı hakkında pratik edinmiş olur. Demek ki kötü hayat yok, dengesiz davranışlarımızla kötüleştirdiğimiz yaşamlar var.

Çocuk, şartlar ne olursa olsun kendilerini güvende hissetmek ister. Kendisini güvende hissedebilmesi ve diğerlerine güvenebilmesi için, her çocuğun anne-babasıyla ya da bir yetişkinle güçlü , sevecen bir ilişki, bir "bağ" kurabilmesi gerekir. 

Psikolojik destek çalışması yaparken en çok buna dikkat ediyorum. Yani şiddet ve öfke sorunuyla getirilen çocukla mutlaka karşılıklı güven ve sevgi odaklı bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Bazen öyle oluyor ki ilk bir kaç seansı sırf onun güvenini kazanacağım, benimle senkronize olabileceği ortama çeviriyorum. Onunla oyunlar oynuyorum, yaşına uygun sohbetler yapıyorum. Seansta birlikte eğleniyoruz. Ondan çok ben keyif almaya çalışıyorum ki; benim huzurlu ve mutlu halim onu kuşatsın. Kendisini, yanımda güvende hissetsin. Odadaki bu abla onu seviyor, onu anlıyor, onun elinden tutacak, bilsin!

Kendisine sevgi ve ilgi gösteren bir yetişkinle böyle bir bağ kuramayan çocuğun, düşmanlık duyguları içinde gelişmesi ve "sorunlu" bir genç olma ihtimali kaçınılmazdır. Bebekliğinden itibaren sağlıklı ilişki kurulmuş çocukların, yetişkin hayatlarında sorunlu/problemli kişi olma ihtimalleri çok düşüktür.

(Yazının devamı var...)

 

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

Tlf0212 583 00 22- 0533 488 06 00

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

17 Nisan 2015 Cuma

Ergenlik aslında “Başkalaşmak”tır!

Ergenlik aslında “Başkalaşmak”tır!
 
Başkalaşım…!

Belki de ergenliği en güzel tarif eden kelime bu.

Bir “şey”ken başka bir şeye dönüşmek! Bilmediği, anlamadığı, kavrayamadığı; bilmeye, anlamaya ve kavramaya çalıştığı bir şeye dönüşerek başkalaşımına şahit olmak!
Çocuk büyümeye başladığında önce bedeni değişir. Yüzünün hatları farklılaşır, alnı genişler, boyu uzar, içindeki organlar iradesi dışında irileşir. Her şey gözünün önünde ama iradesi dışında gerçekleşir. Korku filmi izlerken heyecanlanan, bir sonraki adımda ne olacağını bilemediği için endişeyle dönüşümü bekleyen minik yüreklerdir onlar.

Önce bedende başlar başkalaşım!


Çocukluk çağının güvenli ortamından çıkmaya başlayan ergen, en yakınları tarafından bile tanınamıyor olmanın verdiği garip suçluluk duygusuyla tanışır.
“Ne oldu sana böyle? Tanıyamıyorum artık seni! Çok değiştin!” diye serzenişte bulunurken ona ailesi, kendi iç sesini bastırmaya çalışmasının anlamsızlığıyla karşılaşır büyüyen beden. Zira kendi içinde, kendi bedenine ne olduğunu anlayamadığı zor anlarını hissetmemek için baskıladığı iç sesi, anne babasının kızgın çığlıklarında defalarca yankılanıyordur.
Kulaklarını tıkasa dışarıdaki ses azalacak! Ama içerdeki ses kulakları tıkayınca susmuyor ki! Haykırmaya, ergene neye dönüştüğünü bilmeden başkalaştığını söylemeye devam ediyor üstelik.
Zor anlar… zor günler… zor bekleyişler…
Bedenindeki her değişiklik korku ve endişe uyandırır ergende. Boyu posu, yüzünün şekli, vücudunun kıvrımları, bedenini kaplayan kılları, akranlarından negatif anlamda farklı olacağını düşündüğü her başkalaşımı ürpertir duygularını.
Başkalaştığı için endişelendiğini bilenler vardır elbet! En ilginç olanı bu tür kaygıların içinde olduğunu bilmeden, neye bağırdığını anlayamadan, kime itiraz ettiğini keşfedemeden “gergin ergen” formatında yaşayanları.
Yetişkin olmak zordur onun için. Çocuksu ümitlere elveda demesi gerekir kimi zaman. Düşünmek istemediği gelecek korkuları muntazaman yüzüne haykırıldığında rahatlamaz ki. “Bu gençlik böyle geçer; ama hayat böyle geçmez küçük bey/küçük hanım!” tarzındaki cümleleriniz onun geleceği daha iyi planlamasına yardımcı olmaz!
Her ergenlik, bireysel bir keşiftir. İlk keşfedilmesi gereken elbette bedendir. Ardından düşünceleri, olmak istediği geleceği. Sırayla gider sistem. Kendi içinde acelecidir, oysa bazen dışarıdan biz izlerken acele etmediği duygusuna kapılırız. Bizim onun geleceğinden endişe ettiğimizden daha fazla kendisi için endişelenir aslında. Onun yerine gereksiz abartı endişelerimizi yatıştırmaya çalışan yine ergenimiz olur. “Tamam anne, abartma!” sözlerini önce kendisi için söyler, haberiniz yoktur! Çünkü gelecek kaygıları, geçim derdi, ilerde onun ne olacağı hakkında o kadar çok kaygılı cümle kurarsınız ki; sizi yatıştırmak için değil, kendi kaygılarını yatıştırmak için “Sakin olalım!” mesajı vermeye çalışır.
Umursamaz gibi görünen yüzünün ardında, endişeden beynini kemiren nice düşünceler belirir. “Duyarsız mı bizim bu oğlan? Bu ne rahatlık böyle!” anlamındaki şaşkınlığınız, onun cephesinde inanılmaz fırtınalara vesiledir, bilemezsiniz!
Ergenlerle çalışıyorum ben. Evet, ergenliklerini abartmak pek de iyi değil. Ama onların içinde bulunduğu başkalaşımı da anlamamak doğru değil!
Başkalaşan yorulur. Başkalaşan zorlanır. Başkalaşan şaşkındır. Başkalaşan karışıktır.
Anlamak lazım… anlaşılmamız için önce bizim anlamamız lazım. İnat yapıyor zannederek, kendini kapatıyor diye düşünerek yaklaşırsanız, başkalaşanları kaçırırsınız!
Odasına kapanan ergen, başkalaştığını göremeyen anne babasına kapatıyordur kendini. Başkalaşmasına eşlik eden akranlarına açar duygularını ve kendisini.
Ergen başkadır, başkalaşır.
Başkalaşması, sizin parçanız olduğu gerçeğini değiştirmez!
Anlamınız gerekir… anlayamıyorsanız yardım almayı ihmal etmemeniz gerekir. Ergeni anlamak, onun yaşamını mutlu olacağı şekilde belirlemesine yardım etmektir. Psikolojik destek çalışması yaparken en heyecanlı geçen seanslar ergenlerle yapılanlardır.
Sevgiler…

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman&Psikoterapist)
 
 

15 Nisan 2015 Çarşamba

Evlilikte kıskançlıkla nasıl başedilir?

Evlilikte kıskançlıkla nasıl başedilir?


Kıskançlık kelimesinin yanından kenarından geçmediği kimse var mı merak ediyorum! Ne yapıp ediyor mutlaka herkese bir şekilde dokunuyor.

Kıskançlık "onda var bende yok" duygusunun oluşturduğu, kızgınlıkla birleşen, çevremizdeki kişilere yönelik geliştirilen içerleme davranışı olarak tarif edilebilir.
Kıskançlığın nedeni ve hangi şekillere bürünerek kıskançlık yaşanacağı, içinde bulunulan sosyal yaşam koşullarının standartlarına göre belirlenir. Yani "seven insan kıskanır" sosyal olgusunun olduğu ortamlarda, sevdiğini ispat etmenin, karşı tarafı bunaltıcı olarak da olsa gösterilmesi şeklini alabilir kıskançlık! Seviyorum kıskanıyorum, ne var bunda?(!) 
Verilen örneğin şeklinden anlaşılacağı üzere kişinin sevdiği kişileri kıskanması şeklinde yaşanması neredeyse gelenekselleşmiş gibi görünüyor bizde.

Kıskançlığın alt yapısı oldukça karmaşık olabiliyor. Genelde beklenen ilgi, sevgi, şefkat, onura edilme, takdir görme gibi çok ihtiyaç hissedilen duyguların doyurulmamasından kaynaklanan doğal patlama olarak da düşünülebilir. İçimizde bir yerlerde sakladığımız kızgınlıklar, incitildiğimizi hissettiğimiz gücenik yanlarımız kıskançlık gerekçesi olarak sunulur günlük hayatta.
Sevgi eksikliğinden kaynaklanıyormuş gibi algılanmasına karşın, günlük pratiğimizde neredeyse her alanda karşılaşıyoruz kıskançlık duygusuyla. Birisinin işi, başkasının başarısı, eltinin kocası, komşunun oğlunun kazandığı tıp fakültesi, alt kattaki kiracının yeni aldığı harika evi, yakın arkadaşımın aldığı evlenme teklifinin romantikliği,...vs. öyle çok nedenle kıskanıyor ki insan!
Kıskançlık iki ana nedene dayalı olarak yaşanır. 

Birincisi; gerçekçi kıskançlıktır. Yani kıskanmanız için gerekli olan haller mevcuttur. Karşı tarafı kıskanmaktan başka çareniz yoktur. Vesvese ve kaygı bozukluğuna dayalı değildir. Tamamen ilişki zeminindeki eksik bırakılmış yanlarınıza dair boşluklardan kaynaklanır. 
İkincisi; patolojik kıskançlıktır. Yani kıskanmanız için gerekli haller mevcut değildir. Elinizin altında haklı gerekçeniz, size yapılan belirgin hata olmadığı halde vesveselerden ve kaygılardan yola çıkarak yaşadığınız kıskançlıktır. Karşı taraf size karşı aşırı özenli davranmasına rağmen içinizdeki kıskançlık ateşi bir türlü sönmüyordur.

Gerçekçi kıskançlık duygusunun, kaynak kullanım problemi olduğunu düşünürsek, yani sizden eksiltilenin başkasına verilmesi hali, bir ölçüde anlayabiliriz birikmiş öfkeyi. Ancak belirgin nedeni olmadığı halde, kaynak kullanım sorunu yok ve kimse sizi kışkırtmak için bir şey yapmıyor buna rağmen kıskançlık duygunuzla başedemiyorsanız, mutlaka yardım almanız gerekir benden söylemesi. 
Aslına bakarsanız ister gerçekçi kıskançlık olsun ister patolojik kıskançlık destek almakta fayda var. Çünkü haklı nedenlere dayalı olarak kıskançlık yaşıyorsanız, içinde bulunduğunuz durum değerlendirilir, ilişkileriniz gözden geçirilir ve dengeli duygusal paylaşımlar için tatlı yöntemler öğrenirsiniz. Böylece eksiz bırakılan yanlarınız için, haklı taleplerinize ulaşmayı öğrenirsiniz.
Patolojik kıskançlık için yine yardım alırsınız. İçinde bulunduğunuz ruh hali ve bakış açısının ayarlarıyla oynanır. Çevrenizde olup bitenleri kendi kıskanç tasavvurlarınızı göre değil, genel geçer doğrular çerçevesinde değerlendirmeyi öğrenirsiniz. Böylece yine kıskançlığınızla baş etmeyi öğrenmiş olursunuz.

Her insanın ömrü boyunca büyük küçük çeşitli sayıda kıskançlık yaşadığı bilinir. Ama abartılı şekilde yaşandığında işler kötüye gider haberiniz olsun.

Özellikle evlilik ilişkisinde yaşanan kıskançlık, evlilikteki kaliteyi ciddi anlamda düşürüyor. Çünkü ister kıskanın ister kıskanılan kişi olun, her durumda rahatsızlık veriyor. Kıskanıyorsanız mahvoluyorsunuz, kıskanılan kişi sizseniz günlerinizi zehirli hale getiriyor eşiniz!
İlginçlik bu ya, bazı çiftler var çalıştığım, sanki kıskançlıktan besleniyor! Evet evet yanlış okumadınız, kıskançlıktan besleniyor. Eşinin kendisini kıskanması için çabalıyor. Kıskanıldığını düşündüğünde çok sevildiğine inanıyor. Veya kıskanmadığında eşini sevmediğini zannederek itina ile kıskanıyor. Gerekçe ne olursa olsun bu tablonun patolojik olduğunu düşünüyorum ben. Belki karşılıklı haz alınacak seviyede yaşanan kıskançlık hoş(!) olabilir ama doz arttığında iki taraf için de evliliğin kabus günlerinin başladığını söylemek abartı olmayacaktır. Zira yaşayanlar bilirler ne demek istediğimi.

Kıskançlık duygusunu fazlasıyla yaşayan kişilerin evlilik ilişkisini iki kişilik değil hep üç kişilik senaryoyla yaşadığını görüyorum. Sanırım diğer uzman arkadaşlar da benimle aynı fikirdedir bu konuda. 
Dışarıdan bakıldığında evlilik "iki kişilik" bir ilişki olmasına rağmen, kıskanç kişi evlilikte hep "üçüncü kişi" şüphesi taşır! 
Yatar üçüncü kişiyle, kalkar üçüncü kişiyle. Eşini düşünüp ona göre plan yapmak yerine, üçüncü kişi üzerinden oluşturduğu senaryoyla yıpratır beynini. Üstelik bu üçüncü kişi hep daha iyidir, daha çekicidir, daha akıllıdır. Kendinde olmayan ne varsa onda vardır. Öyle ya! Aksi halde eşi ne diye başka insanlara baksın ki?
Bu duygu, kıskanç kişinin kendisine "olmayan" güvenini iyice yitirmesine neden olur. Hep onunla yarışır. Hep ona öfkelenir. Hep ona göre plan yapılır. Hep o saf dışı bırakılmaya çalışılır. Varsa yoksa o..!
Biraz zaman biraz çaba ile bu duygunun üstesinden gelmek mümkün. 
Nasıl mı? Aklımızdan geçenlerin yerine olumlu ve evlilik kalitemize yatırım yapacak çözümlerle dolu düşünceler geçirmek için çabalasak; diğer yandan kaygılarımızın zaman içinde ne kadar saçma olduğunu görebilecek kadar beklemeye tahammülümüz olsa... pek çok kaygı ve kıskançlık duygusu kendiliğinden azalmaz mı sizce de?

Kıskançlık yaşayarak kendimize acı, kızgınlık, öfke, üzüntü, küçümseme duyguları besleyeceğimize, mutlu ve iyi hissettirici duygular beslesek ne kadar verimli bir iş yapmış oluruz değil mi? Çünkü sürekli bu duygularla boğuşan kişi, kendisini suçlar durur. Kendisine acır. Ya hırçın olur ya saldırgan. Ya aşırı sessizleşir ya çeneye biner sınırsızca.
Kıskanç olduğunuzu düşünüyorsanız mutlaka kendinize ve hayatınıza gerçekçi bir şekilde gözatın. Eğer patolojik kıskançlık yaşıyorsanız, bunun geçmişinizde yaşadığınız farklı travmalara ve hoş olmayan tecrübelere bağlı olabileceğini düşünün. Bunları çözümlemek ve geleceğe umutla bakabilmek için mutlaka bizlerden yardım alın. 

Çocukluktan gelmiyor ve travmatik özelliği yoksa, niçin kıskançlık yaptığınızı düşünün. İlişkinizi tehdit eden durumlara dikkat kesilip öfkenizi artıracağınıza, ilişkinizin kendisine odaklanarak eşiniz ve kendiniz için verimli tavırlar geliştirmeye gayret edin. Örneğin eve geç geldiği için kızdığınız eşinizi, eve geldiği akşamlar soru yağmuruna tutarak veya bunaltıcı taleplerde bulunarak evden iyice uzaklaştırmak yerine, birlikte keyifli zaman geçirebileceğiniz hoş bir ortama çevirin. Eşinizin sizi sevdiğini düşünün. Hatta kendinizi sevdirmeye çalışın. 
Danışanlarıma her zaman söylediğim gibi, en iyi ilişleştirme hareketi şu: Evliliğinizin son üç ayını yaşıyorsunuz. Üç ay sonra istemeseniz de ayrılacaksınız. Ve ayrıldıktan sonra eşinizin üzerinde iyi bir intiba bırakmak istiyorsunuz. Geriye dönüp baktığında sizin hep çok özel bir kadın/erkek olduğunuzu hatırlaması için neler yapardınız? Tam da öyle davranın...

Kıskanınca daha çok sevilmiyor! Kıskanmayınca başıboş bırakılmış sayılmıyor!
İçinizi ferah tutun... iyi niyetinizi kaybetmeyin yeter...

Sevgiler...

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)
Tlf: 0212 583 00 22- 0533 488 06 00
mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv
mehtapkayaoglu@gmail.com

13 Nisan 2015 Pazartesi

Sağlıklı iletişim için insan insandan ne bekler?

Sağlıklı iletişim için insan insandan ne bekler?

Sanırım milletçe ayarlarımız bozuldu!

Diyeceksiniz ki niye?

Bir şeyleri alt üst ediyoruz, sonra çevremizde oluşan olumsuz sonuçları görünce, yaptıklarımızın tamamının iyi niyetli ve iletişime dönük çabalar olduğunu söylüyoruz. Var mı öyle iletişim? Kendini kötü hissettiren, ağlayacak hale getiren, karşındakince küçümsendiğini hisseden, beyninin ruhuna balyozla vurulmuş gibi sarsısı şeyin ismi "iletişim" olabilir mi?

Mahvettiğimiz sohbetin, kendimizden soğuttuğumuz ilişkilerin, öneri zannettiğimiz yıkıcı eleştirilerin adı herşeyolabilir; ama "iletişim" asla olamaz sevgili okurlar!

Gün içinde herkes birileriyle iletişim halinde olduğunu düşünüyor. Bana göre iletişim zannedilen davranışların çoğu itişip kakışmak! Bağırmanın adı oldu konuşma, aşağılamanın adı oldu hatayı hatırlatma, dalga geçmenin adı oldu espri yapma, vs. 

Sizlerden mailler geliyor. Sorular, sorunlar dolu mailler. Danışanlarımla çalışırken de aynı konu dikkatimi çekiyor doğrusu. Biraz bu konuda farkındalık kazanalım istiyorum bu gün.

Kibar bir beyefendi hoş bir soru sormuş. Ona yazacağım cevabı buradan yazayım herkes okusun istedim. 

"Mehtap Hanım... sizden yardım almak istiyorum. Çevremde iyi bilinen bir insanım. Ancak iletişim konusunda zorluklarım var sanırım. İnsanlar sanki benden uzaklaşıyor. Güvendiğim kişilere soruyorum 'Bende ne gibi hatalar görüyorsunuz?' diye. Çok eleştirdiğimi söylüyorlar. Oysa ben Allah şahit kimseyi eleştirmiyorum. Eşim, ailem, iş arkadaşlarım hepsi benim eleştirel insan olduğumu düşünüyor. Onları böyle bir kişi olmadığıma nasıl ikna edebilirim?"

Onları ikna etmenin yolu, rahatsız oldukları davranışları yapmamaktan geçer, bu bir.

İkinci olarak söyleyeyim, bir insanın davranışlarını reddetmek, onun nezdinde kişiliğinin reddedilmesi gibi algılanır. Tam da bu nedenle insanlar genellikle eleştirilmekten hoşlanmazlar. Terapötik söylemle dillendirmem gerekirse "Talep edilmeyen yorum saldırganlık olarak algılanır." şeklinde tanımlayabilirim durumu. 

İletişimin iletişim olabilmesi için "alıcı" ve "verici"nin aynı dalga boyunda olması gerekir. Yani kız kıza oturmuş kakara kikiri yaparken birbirimize kurduğumuz cümle "sevimli" algılanırken; aynı cümle başka bir ortamda öğretmenimize söylense "küstahlık/haddini bilmezlik" şeklinde yorumlanabilir.

Demek ki ağzımızdan çıkan cümlenin karşımızdaki kişiyi incitmemesi için duygusal dalga boyutumuzu da iyi kollamamız gerekir. Düşünen eşiniz gün boyu temizlik yapmış, yorgun. Akşam yemeği için uğraşmış. Sofra kuruyor. Birlikte yemek yiyorsunuz. O sırada size göre ters olan bir davranış yapıyor ve siz ona; 

"Hanım... bu yaptığın doğru değil. O öyle denilmez şöyle denilir." benzeri uyura yapıyorsunuz.

Sizce o anda aynı frekansta mısınız?

Hayır! 

Niçin?

Çünkü öncelikle siz vukuatlısınız. Eşinizin gözünde gerekli gereksiz her şeye konuşan, her şeyi eleştiren sıkıcı bir adamsınız. Bu adam, hanımının yorgunluğunu ve içinde bulunduğu sıkıntılı hali anlamadan bir de üzerine davranış düzeltmesi yapıyor! Siz olsanız aynı durumda bu tür eleştiriden hoşlanır mısınız?

İletişim isteyen kişilerin, arı duru iletişim için çabalamasında fayda var. Sorulmadan yorum yapmak, istemedikleri halde onlar hakkındaki fikrinizi beyan etmek, duyduğunda hoşuna gitmeyecek türden sözleri onun iyiliği için söylüyormuş sosuna batırarak ok gibi saklamak iletişim demek değildir!

İyi bir diyalog için karşımızdaki kişiyi anlayıp tanıyıncaya kadar sert uçlu yorumlar yapmamak gerekir. Onu anlamalı, dinlemeli, hakkında yeterli fikre sahip olduğumuzdan emin olduktan sonra yorumlar veya eleştiriler devreye girebilir.Üstelik sizin durumunuzu ele alacak olursak eşiniz, aileniz, yakın çevreniz, iş arkadaşlarınız herkes aynı fikirde ve sizin sivri uyarılar yapan bir insan olduğunuzu düşünüyorlarsa, dönüp kendinize ve tarzınıza göz atmanızda fayda var.

Hz. Ali'ye ait olduğu söylenen güzel bir sözle bitireyim;

"Toplum içinde yapılan nasihat, azarlamaktır."

Sevgiyle kalın...

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman & Psikoterapist)

mehtapkayaoglu@gmail.com

 

 

 

 

 

 

5 Nisan 2015 Pazar

Evlilikte eş niye gider?

Evlilikte eş niye gider?

 

Evlilik ilişkisinin öyle veya böyle hala en ciddi kabuslarındanbirisi, eşin diğer kişiyle ilişki yaşamasıdır. Peki,  niye başka ilişkilere gider?

İnsan psikolojisinin tecrübelerinin büyük kısmı kişide “gerçeklik” duygusunu oluşturduğu gibi, zaman içinde yaşanan tecrübeler nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağı konusunda temel fikirler öğretir. 

Evliliğin devreye girmediği, sadece ulaşılması gereken nihai amaç olarak algılandığı bekarlık döneminde, istemekle her şeye ulaşabileceğini zanneden erkek/kadın, evlilik tecrübesinde beklemediği olumsuzlukları yaşadığında, zaman içinde şüphecilik duyguları geliştirerek, kendisini emniyette hissetmemeye başlamaktadır. 

Gelenek kültürünün erkeğe/kadına öğrettiği evlilik bilgisi,  eşinin kendisine itaat edeceği, evde bir dediğinin iki edilmeyeceği hayali iken, evlendikten sonra -özellikle erkek için- başta annesi olmak üzere yakın akrabaları, en yakın arkadaşları ve bekarlık alışkanlıklarının tamamından istifa edeceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmaktır.

Evliliklerde iç doyum bitmeye başladıysa eş gider! Hatta öyle bir gider ki; başka bir ilişkiye mi gider, yoksa alıp başını kendi dinginliğine mi gider fark etmez! Giden gidiyorsa, nereye ve kime gittiğinin ne önemi var sizin için? Yalnızlığa gittiğinde daha huzurlu olacaksınız, başka bir ilişkiye gidiyorsa daha az mı üzüleceksiniz?

Size garip gelebilir; ama evlilikten giden insanların ben artık yıkmak, bitirmek, mahvetmek, yok etmek için değil; tam tersine yeniden başlamak, yeni birilerine inanmak için gittiğini düşünüyorum!

Kim isteyerek gider ki? İçinde bulunduğu ilişkiden umudunu kesmese, uğraştığı zahmetlerin işe yaramadığını düşünmese, kendisini anlatamadığına defalarca ikna olmasa, anlatmasına rağmen inatla anlaşılmadığını hissetmese, gelecekle ilgili en ufak ümidi kalmasa..? Kim niye gitsin ki?

Seanslarda -kadın/erkek fark etmez- eşinin kendisinden çekip gitmesini hayretle anlatan, kimi zaman gözünde yaş, kimi zaman dilinde acı dolu kelimelerle çaresizliğini haykıran eşler gördüğümde ben daha çok şaşırıyorum! Zira anlattığı evlilik öyküsünü dinlerken, olayların başından bu güne kadar gelen çizgisinde, eşinin “İmdat..!” ve “Bak, artık ben gidiyorum bu ilişkiden..!” diyen çığlıklarını duyabiliyorum. 

“Öyküyü baştan dinlerken ben harfiyen anladım, siz yaşarken nasıl duymazsınız, gerçekten çok ilginç insanlarsınız!” diye feryat etmek geliyor içimden.

Son yılların farkındalık seviyesi yüksek, yaşam kalitesi belirli standartların üzerine çıkmış bilinçli insanları, gitmesi gerektiğinin bilinciyle gidiyor evliliğinden!

Gözlerdeki ışığın söndüğü her bakış; renk vermeden etrafa karşı mutluymuş gibi oynanan sessiz roller; sadece görevlerin yapıldığı, içinde eğlenceli sohbetlerin olmadığı beraberlikler; birbirini özlemeyen saatler; sizin istediğinizi yapmadığı için kalbinizdeki öfkenin bir türlü yatışmadığı ilişkiler... her gidişin sessiz çığlıklarıdır da haberiniz yok sevgili okurlar!

Üstelik hiç kimse durup dururken gitmez. Hele de bizim ülkemizde. Çok çabalar, çok anlatır eş. Kimi hal diliyle, kimi davranışlarındaki agresifliğiyle, kimi sessiz oluşuyla, kimi mutsuz ifadesiyle, kimi kendisini yorarcasına alttan alışlarıyla, kimi sert cümleleriyle, kimi kayıtsızlaşmış duvar duruşuyla. Gidenin gitmesini gerektirecek bir nedeni vardır mutlaka.

Önce belki anlatamaz. Zaman gelir, kendi tarzıyla anlatmanın bir yolunu bulur. Anlattığının anlaşılmadığını fark ettiğinde yıkılır. Yine anlatmak için yeni bir enerji boyutu yakalamaya çalışır. Arar, araştırır, dinler, uygulamaya çalışır. Elinin yettiği, gözünün gördüğü her şeyi uygular. Yeniden yaşanan anlaşılmazlık yinelenen bir ümitsizliğe dönüşür. Ümidi azaldıkça davranışları değişir. Çünkü davranışlarının ardındaki kaygı yükselir. 

En tehlikelisi evlilikte geleceğinin olmadığı hissine kapılmaktır aslında. Umut bitince yöntemlerin tükenmesi kaçınılmaz olur. Umut yoksa çaba yoktur. Umut kaybedilmişse, yerine bulunacak yeni bir malzemenin lafı bile olmaz evlilikte.

Diliyle, davranışlarıyla anlatamadığını “geri çekilmesiyle” anlatmaya çalışır eş! Ne kibar ama bir o kadar korkunç bir yöntemdir geri çekilmek! Geri çekilen, kendini ilişkinin dışında tuttuğunda, siz ağzınızla kuş tutsanız yaranamazsınız artık! Geçmiş olsun demenin vakti gelmiştir o evliliğe!

Geleneksel kültürümüzde evliliğin bitmesi “yuvanın yıkılması” olarak algılanırken; kişisel hayatlar açısından bakıldığında “bir insan canlısının kurtulması” anlamına gelir çoğu zaman. Zira yuvanın yıkılmaması için nice insan kendisini yıkıyor çaresizce. Sistemi kurtarmak için kendisini feda etmekten vazgeçtiğinde yıkılıyor evlilik. Yıkılan evliliğin yerinde yeni bir canlı nefes almaya başlıyor doğal olarak.

Dikkat ediyorum seanslarda, yuvasını kurtarmak için ne çok çaba harcıyor eşler. Kimi zaman kadın kimi zaman erkek, evliliğinin iyi koşullarda devam etmesi için uğraşıyor makine gibi. Uğraşıyor, uğraşıyor… baktı ki olmuyor… gidiyor

“Ne oldu, durduk yere gidilir mi? Neyin eksik?” sorularının cevabını, sorunun kendisi veriyor zaten. Durduğu için gidiyor ya evliliğinden, eşinden! 

Tek taraflı yorulduğu için gitmek istiyor eş. Durduğu için, yürümediği için, görülmediği ve duyulmadığı için gidiyor giden eş. Durduk yere gitmiyor, durduğu için gidiyor…

Evlilik ilişkisini götüren süreç atla deve değil aslında! İyi gözlemci eşler bilirler. Hatta pratik zekaya sahip olan kişiler hemen anlarlar. Evlilikte biraz anlayış, biraz nükte, biraz arkadaşlık, biraz ikili diyalog, biraz kakara kikiri, biraz ilgi, çokça sevgi ve çokça şefkat götürüyor ilişkiyi. 

Kakara kikirinin bittiği, arkadaşlık ilişkisinin olmadığı, birbirine merhamet etmeyen, sadece kendisini düşünen, evlilik ilişkisini tek taraflı bencil beklentilerine oyuncak etmeye zçalışan kişilerin eşleri gidiyor. Gitmemeleri hata..! Bence de gitsinler zaten! Allah herkese tek bir ömür vermiş, iki tane değil ki! Hadi iki tane olsa, birisini birilerine feda edelim, diğerini kendi keyfimize göre yaşayalım. Sadece bir tane dünya hayatı! Ve onu eş dahi olsa, anlayışsız ve duygu hoyratı, bencil insanlara harcatacak kadar ucuz değil. 

Duymayana duyurmak, görmeyene göstermeye çalışmak, hissetmeyene hissedebileceği tatlı verilerle yaklaşmak gerekir. Duyar, görür, hissederse siz kazanırsınız. Yapılanların boşa gittiği duygusunu yaşıyorsa, o gider… ve geri dönmez… 

Bir eş giderse, artık dayanamadığı için gider. Önce evlilik ilişkisinde duvar olmaya başlar. Duvara vursanız ses gelir, ona vursanız ses gelmez. 

Bakışlarıyla gider evliliğinden. Gözlerinde ışık göremezsiniz.

Sözleriyle gider evliliğinden. İkinize ve geleceğinize dair ümit cümleleri tükenmiştir.

Canlılığıyla gider evlilikten. Evinizin içinde sessiz bir hayaletle yaşadığınız hissine kapılırsınız. 

Kavgaları, dırdırlarıyla gider evlilikten. Evin içinde huzur kelimesinin karşılığını, sadece kitaplıktaki sözlükte bulursunuz. Onun dışında asla bilemezsiniz.

Giden kişi, kendi gitmişliğiyle birlikte tüm yolları denemiş olmanın yorgunluğuyla gider. 

Hiçbir eş durduk yere gitmez. Duramadığı için gider.

Nefes almak için değil, evliliğinde nefes alamadığı için gider.

Daha iyi yaşamak için değil, birlikte ite kaka dahi olsun yaşayamadığı için gider.

Sevmediği için değil, sevecek yanlar bulmakta çaresizlik yaşadığı için gider.

Başkasını sevdiği için değil, başkasında kendini sevecek potansiyel gördüğü için gider.

Evlilik hayatını sevmediği için değil, evlilik hayatını sevgiden bir yuvaya çevirmekten ve başaramamaktan yorulduğu için gider.

Üçüncü şahısların varlığı nedeniyle değil, evin içinde ikinci şahıs olamadığı için gider.

“Gidiyorum, dayanamıyorum artık…!” dediğinde, “Gitme, sana ihtiyacım var…” cümlesini duyamadığı için gider.

Bir eş evlilikten gidiyorsa, umut yolundaki tüm malzemesini kaybettiği için gider.


Gitmesin istiyorsanız, gitmemesi için ne yapmanız gerektiğini ona sorabilirsiniz… çeşitli şekillerde anlattığı; ancak sizin ısrarla duymadığınız ihtiyaçlarını duyabilir, karşılıklı yakın hissedeceğiniz tatlı tavırlarınızla onu geleceğinizde yeniden yeşertebilirsiniz.

Sevgiler…

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)