26 Mart 2015 Perşembe

Bahar yorgunluğuna dikkat!

Mart ayı geldi! Bahar yorgunluğuna dikkat!
 
"Üzerimde acaip bir tembellik var. Canım yataktan kalkmak istemiyor, gözümü açamıyorum." Diyen kişilerin sayısında çoğalma olacak.
Ardından kendi kendimizi teselli etmeye çalışacağız: "Tembellik değil benimki, bahar yorgunluğu!"
Bahar yorgunluğu diye birşey var... mevsime uygun yazı olsun bugünkü ne dersiniz?
Bütün kış "Ahh bir bahar gelse, güneşi görsek, moralimiz düzelse, eğlensek!" ümidiyle yaşarken, Mart ayının ortalarından sonra ve Nisan ayından itibaren dünyamızı ziyaretiyle başlayan yorgunluklar kaplıyor bedenimizi. Beklediğimize bak, bulduğumuza bak diye bozuluyor insan!
Baharda bizi türlü güzelliklerin yanında bazı hoş olmayan durumlar da bekleyebilir elbet. Özellikle bahar depresyonu dediğimiz, kişilerde halsizlik, kolay yorulma, isteksizlik, dikkat kaybı, iştah ve uyku düzeninde değişiklik gibi sorunlar oluşturan durum bunlardan birisidir.  Bunlara ilaveten hayatı yaşamaya değer bulmama, intihar fikirlerinde artış, ölümü daha sık düşünme (ölsem de kurtulsam), dikkat dağınıklığı, unutkanlık, günlük iş ve meslek performansında düşüş, isteksizlik, güçsüzlük halleri. Ayrıca kabızlık, bulantı, cinsel istek sorunları, bitmek tükenmek bilmeyen bedensel ağrılar...
Öncelikle hemen belirteyim bunların çoğunu bir arada yaşıyorsanız mutlaka bir uzmana başvurmalısınız. Psikolojik yardımla her şeyin üstesinden gelmek mümkün.
Bahar yorgunluğuyla başedebilir miyiz?
Aslına bakarsanız alınabilecek tatlı tedbirlerle bahar yorgunluğunuzla başedebilir; psikolojinizi, ılık esintili günlerin şefkatli kollarına bırakabilirsiniz.
Ortalama herkeste görülebilecek bahar yorgunluğunu, bahar depresyonuyla karıştırmamak, vücudun ihtiyacı olan dengeyi sağladıktan sonra baharın keyfini çıkarmak elimizde.
Nasıl mı? Hemen anlatayım.
Bahar yorgunluğuyla başetmeyi kolaylaştıracak öneriler
* Ortalama her yıl yaşadığınız bahar yorgunluğu, bahar tembelliğiniz varsa, daha mevsim gelmeden önce yorgun, bitkin olacağınıza dair karar vermeyin. Bu yılki baharın çok iyi, enerjik, üretken geçeceğini söyleyin kendinize.
* Gün içinde canını sıkan, moralinizi bozan durumlarla karşılaştığınızda, mümkün olduğunca çözümlenebilir yanından görmeye gayret edin. Çünkü moral bozukluğu insanın tüm enerjisini alır götürür, yerine çöküntüye uğramış beden bırakır. Zaten baharla yorulan bünyeniz, moral düzeyinizdeki düşüşle iyice zorlanır.
* Dengeli beslenmeye özen gösterin. İnsan psikolojisinin iki önemli besin kaynağı uyku ve sağlıklı beslenmektir. Birinden biri eksik bırakılırsa, merkezi sinir sistemi olumsuz etkilenir. Bahar ayları, insan vücudunun hormonal yapısının değiştiği bir dönemdir. Hormonlar değişince bünye zorlanır. Dışarıdan aldığımız besin maddelerine dikkat ettiğimizde, vücudumuzun kimyasal dengesini korumuş oluruz. Her kanalda önünüze çıkan her türlü diyeti yapmamak şartıyla, uzmanların önereceği sağlıklı beslenme önerilerine uygun hareket edin.
* İçinde yaşadığınız bölgenin coğrafi özelliklerine uygun olan taze meyve ve sebzelerden bol bol yeyin. Benim gibi çikolata severlere müjde! Beslenme uzmanları haftada 50gr. kadar sütsüz çikolata yiyerek, mutluluk hormonumuzu artırmamızı öneriyor bu arada. Bu süper!
* Spor veya egzersiz yapın. Egzersiz dediysem öyle milli takıma sporcu olacağınız ciddiyette sporlardan bahsetmiyorum, korkmayın! Haftada bir kaç kez 45-50dk yürümek, apartmanlarda asansör yerine merdiven kullanmak, otobüsten birkaç durak erken inip gidilecek yere yürüyerek ilerlemek, evde veya ofiste taşıyıcı olarak çocukları kullanmadan kendi suyumuzu kendimiz almak, haber/dizi izlerken hafif bedensel egzersizler yaparak zamanı verimli kullanmak...vb. gibi.
* Çevrenizde mutlu, keyifli, neşeli arkadaşlar bulundurmaya, onlardan yöntem öğrenmeye gayret edin. Mizahla/espriyle ilişkisi iyi olan insanların daha mutlu/huzurlu olduklarını, olaylara daha esnek bakabildiklerini, problem çözme konusunda daha yetenekli olduklarını biliyoruz. Dolayısıyla enerjiyi düşüren bahar yorgunluğu gibi durumlar, bu kişilere nadiren uğrar.
* Geceleri erken uyumak ve sabahları erken kalkma şüphesiz en önemli korunma yöntemi. Öğlen uyanan bir insanın akşama kadar miskin/bitkin dolaşması kaçınılmazdır çünkü. Ayrıca erken kalkmayan kişilere gün yetmiyor, işlerini yetiştiremiyorlar ve bu durum da farklı bir nedenle moral bozulmasına vesile oluyor. Derken zaten düşük olan enerji iyice azalıyor.
* Çok bitkin hissettiğinizde duş alın. Suyun mucizesi...
* Daha huzurlu olabilmeniz için stres nedenlerinizi mümkün olduğunca aklınızdan uzak tutmaya çalışın.
* Üzüleceğiniz konulara değil, sizi harekete geçirecek, mutlu hissettirecek konulara dikkatinizi yönlendirin.
* Mümkün olduğunca sevdiğiniz kişilerle, sevdiğiniz mekanlarda gezin.
* Ev gezmeleri yerine, dış mekanlarda buluşup, keyifli sohbetler yapmayı tercih edin.
* Okunması kolay, zihninizi zorlamayacak; fakat hoşunuza gidebilecek yazılar okuyun. Fıkra kitapları, roman,  gelişim kitapları...vs. gibi.
Bahar geçici, tembellik baki!
Bahar geçiyor geçmesine; ama dikkat edelim, baharda geliştirdiğimiz psikolojiyle kendimizi tembel insan haline getirmeyelim. Bahar geçiyor malum... bazı insanlar için bahar geçici, tembellik baki!
Sevgiler...

25 Mart 2015 Çarşamba

Başka bir açıdan bakınca "Evlilikte Aldatılmak"

NE kadar çok çift var aldatılmaktan korkan, aldatılma kaygıları yaşayan, aldatılma kâbusları görerek gece uykularını terörize eden, günler boyunca bunun stresiyle yaşayan.

Evlilik ve çift danışmanlığı yaparken en fazla çalıştığımız konulardan birisi “aldatılma” halleri sevgili okurlar!

Biraz radikal fikirli yazı olacak şimdiden hazır olun... ve lütfen mesajımı doğru olarak algılamaya gayret edin.

Öncelikle hemen söylemem gerekiyor; aldatılmaktan korkmayın!

Evet, korkmayın... Çünkü iyi giden bir evlilikte aldatılma olmaz!

Kadın ve erkeğin birbirini sevdiği, birbirini anladığı, görmediğinde özlediği, gördüğünde sevindiği, birbirini hissettiği, birlikte keyifli zaman geçirdiği, maddi ve manevi ihtiyaçların tam ve sağlıklı olarak karşılandığı ilişkilerde, üçüncü kişilerin araya girmesi söz konusu dahi olamaz. Bunun örneklerine rastlıyorum, rastlıyorsunuz, rastlamaya devam edeceğiz! 

EVLİLİKTE YALNIZLIK ÇOK ACI

Evlilikte “Üçüncü kişi”lerin varlığı, ilişkinizde ciddi açıklar olduğu anlamına gelir. Bu cümleyi “Aldatılıyorsan dön kendine bak!” gibi sığ bir şekilde anlamak doğru değil, hatırlatayım. İlişkide ciddi açıklar olması durumu, bence alt yapıda kişisel duygusal yoksunluklara işaret ediyor. Evlilikte olup yalnızlık çekmek ne kadar acı örneğin. Anlaşılmadığını düşünmek ne kadar zor. Kerhen bir ilişkinin parçası olduğunu bilerek uyanmak her yeni sabaha, çok yıpratıcı.

Ve acı gerçek şu ki; birçok evli çift bu duyguyla açıyor gözlerini yeni güne. 

KENDİ KENDİNİ ALDATMAK

Geleneksel kültürümüz belirli yaşa gelen gençlerin yuva kurmasını istiyor. Kişilerin “yuva” kurması ne kadar güzel, yuva zannedilen zindan oluşturmanız ne kadar korkunç hiç bu durumu fark ettiniz mi?

Evliler, hep eşinin kendisini aldatmasından korkuyor; ama merak ediyorum, kendi öz anne babasının kendisini aldatmış olmasına niçin duyarlı olmuyor? Hatta sığ bir ilişkiyi, dışarıdan bakıldığında evlilikmiş gibi görünen yaşantıları evlilik gibi yaşaması kendi kendini aldatmak olmuyor mu?

“Bu kızla/delikanlıyla evlendiğinde mutlu olacaksın...” vaadinde bulunarak evlendirildiğiniz kişiyle aranızda “duygusal yakınlık” oluşmadığında, birbirinizi sevemediğinizde, birbirinizi anlayamadığınızda, birbirlerinize ısınamadığınızda, eşinizle değil de herhangi bir insanla aynı yatağı paylaşıyor gibi hissettiğinizde, hatta aynı yastığa baş koyamadığınızda, ayrı odalarda yattığınızda, ilişkilerinizi sadece insani boyutta sürdürdüğünüzde; ilişkiyi ayıplardan, çocuklardan ve aile baskısı gibi nedenlerle sürüklemeye çalıştığınızda niye kendinizi de karşı tarafı aldatmış gibi hissetmiyorsunuz?

Sizi sadece eşiniz mi aldatmış oluyor bu durumda? Yoksa sizin veya kendi öz ailenizin yanlış yönlendirmelerinin getirilerini mi yaşıyorsunuz? 

BİRBİRİYLE BÜTÜNLEŞMİŞ EŞLER ARASINA ÜÇÜNCÜ KİŞİLER GİREMEZ

Evlilikte eş aldatmaz! Bence insan öncelikle kendi kendisini aldatır. Veya eşten önce sizi kendi aile yakınlarınız aldatır. Ardından sıkıntı silsilesi başlar! Duygusal sınırlar, insani güvensizlikler, uzak yakınlaşmalar, karşısındakini eş değil rakip görmeler, anlaşılmadığını hissetmeler, evlilik içinde yalnızlık halleri, gitse gidememe kalsa mutlu olamama durumu...

Aldatılma, bir sonuçtur aslında!

Zaten kurulamamış yuvanın sonucu, oluşturulamamış bağın getirisi, anlaşılmamış duyguların silkelenişi, kırılan ümitlerin can çekişmesidir. Mutlu insan aldatmaz. Mutlu evlilikte sadakatsizlik sorunu yaşanmaz.

Duygusal olarak birbiriyle bütünleşmiş, eşiyle sohbet edebilen, gelecek hayallerini eşinin üzerine kurabilen, eşiyle senkronize olmuş, birbirini hisseden, sevildiğini/arzulandığını hissedebilen ve birbirinden keyif alan evliliklere üçüncü kişiler giremez.

Sizlerden o kadar çok elektronik posta geldi ki aldatılma kaygısına yönelik. Bu gün o konuda minik bir giriş yapayım istedim. Nasılsa önümüzde çok gün var ve sizlere bu konularda yazılar yazacağım inşallah. Şimdilik içinizi ferah tutun diye söylüyorum, kaygının ecele faydası yok! İlişkiniz iyiyse aldatılmazsınız, ilişkiniz sorunluysa buna benzer bir zorlukla karşılaşabilirsiniz.

 

ALDATILMA HİSSİ

Olmadan olacak diye korku yaşamak yerine, evliliğinize ve ilişkinize yatırım yapın. Eşinizle ilgilenin. Onunla bir olmaya, birbirinize tutunmaya çalışın.

Aslına bakarsanız bana göre aldatma, mutlu olmadığım bir insanla, nereye gittiğini bilmediğimiz bir ilişki yaşamak. Ha bu ilişkinin içinde üçüncü kişi olsun veya olmasın fark etmez!

Diyelim ki evliliğimde başka kadın/erkek yok; ama biz zaten tutunmuyoruz, zaten kopuğuz, zaten elaleme karşı dostlar iş başında görsün evliliği yaşıyoruz, adam eve gelmiş gelmemiş umurumda değil, kadın kendisiyle ilgilenmiş ilgilenmemiş beklentiden vazgeçmiş nice hayat var!

İçinde başka bir kadın veya adam olmadığı için mi bu evlilikler “aldatılma” kapsamına alınmıyor? Aldatılmışlık hissinin uyanması için illaki üçüncü şahıslar mı gerekiyor?

Sevgiler...


23 Mart 2015 Pazartesi

"Erkek" çocuk yetiştirme yöntemleri

"Erkek" çocuk yetiştirme yöntemleri


Bir kaç ay kadar önce annemle sabah kahvaltısını yapmak için güzel bir mekana gittik. 

Bir yanda yeşillik, diğer yandan karşımızda gözümüzün alabildiğine uzanan masmavi deniz. Harika ortamı bozan tek şey, arada sırada soframızdaki reçelleri ziyaret etmek isteyen yaramaz arılar. Elimizle uzaklaştırmaya çalışıyoruz geliyorlar, kışeliyoruz geliyorlar...!Arıların psikolojisinden de anlamıyorum ki insanların ruh hallerinden anladığım kadar. Yoksa onları nasıl uzaklaştıracağımı bilirim ama! neyse...! Bildiğim tek şey anne-kız keyfimizi bozmalarına izin vermeyeceğimiz. En fazla iğnelerini batırır giderler diye düşünüp kikirdiyoruz annemle ve iştahla yiyoruz kahvaltımızı.

Derken yan masaya dört kişilik bir grup geldi. Hallerinden anne, oğul, kız ve komşu teyze. Evin oğlu 15 yaşlarında, kız çocuğu 11 gösteriyor, komşu teyze ve annenin yaşları önemli değil. Yanımızdaki masaya oturdular. Oturdular ama bir kaç dakika sonra delikanlı öyle bir çığlık atarak fırladı ki yerinden hepimizin yüreği ağzına geldi. 

"Burada sinekler var, arılar var... ben size söylemedim mi gitmeyelim diye. Zorla getirdiniz. Eve gidelim, durmam ben burda..." ve hızla sahile doğru koştu. 

Annesi de arkasından "Oğlum vallahi bir şey yapmaz sinek. Bak millete rezil oluyoruz." diye. 

"Bana ne! Gideceğim ben arabaya. Siz kahvaltınızı yapınca gelirsiniz..."

Ve... hoppp gitti. Arabaya oturmadı ama denizin kenarında bir yerlere bağdaşı kurdu.

Anne yerine geldi, mahcup; "Ahh ben ne yapacağım bu çocukla? Böyle hassas. Çocukluğundan beri duygusal, hayvanlarla arası iyi değil." dedi ve masadan tostuyla meyve suyunu alıp oğluna götürdü. Delikanlı kahvaltısını denize yakın bir manzarada tamamladı.

Sabah kahvaltımız, masadaki üç kişinin, delikanlıyı sofraya çağırmak için muntamazan seslenip durmalarıyla kafamız şişerek tamamlandı!

Kendi çocukluğuma gitti aklım birden... sokakta köpek falan görsek, biz kızlar ciyaklardık, erkek arkadaşlarımız koşarak gelir, köpekleri korkutarak uzaklaştırır, bizleri Süpermankıvamında kurtarırlardı.

Peki ne oldu da geçmişin Süperman erkekleri, bugünün her şeyden korkan/kırılan duygusal erkekleri halini almaya başladı?

Veya evlilik terapileri yaparken, son yıllarda bol bolkarşılaştığım duygusal/kırılgan/hassas erkekler nereden çıktı?Yeni genç erkek nesile ne oldu? Erkek çocuk yetiştirmek niye zorlaştı?

...

Erkek çocuk denildiğinde birbirinin zıttı iki uç psikoloji aklıma geliyor benim. Birisi erkek adam yetiştireceğiz diye aşırı erkeksi tavırlarla büyütülen, kabadayılaşmış erkekler; diğeri anneleri tarafından aşırı korunarak büyütülen, sokağa bile çıkarılmayan çıtkırıldım erkekler. Ortası da var tabii amaiyice azaldı. Bu yazıda ikinci grup hakkında birşeyler yazmak istiyorum.

Çocuk yetiştirmek dünyanın en zor işlerinden biri. Bazı dengelerin oturması için aylarca emek veriyorsunuz, hayatın akışı içinde devreye giren olumsuzluklar nedeniyle sanki hiç emek vermemiş gibi hissediyorsunuz. Öncelikle evladı olan tüm ailelere kolaylıklar diliyorum sevgili okurlar.

Kurumumuza yardım almak için başvuran erkek çocuklarında ve yeni evli genç erkeklerde, psikolojik yapılanma açısından bazı değişiklikler ortaya çıktığını gözlemliyorum. Önceden kızları kırılgan/hassas/duygusal; erkekleri mantıklı/güçlü/dayanıklı bilirdik. Son on yılda erkek çocuklarının ve genç yetişkinlerin psikolojik dengelerinin değiştiğini düşünüyorum. Erkekler, kadınsı psikolojilere yatkınlık göstermeye başladı malesef

Neden dersiniz? 

Aslına bakarsanız cevabı çok kolay! Erkek çocuklarını dört duvar arasında sadece anneleri yetiştiriyor da ondan

Sosyal yaşam standartlarımızın değişmesi, çekirdek aileye geçişimiz, babaların evden çok iş hayatlarında zaman geçirmesi, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizin yok denecek kadar aza inmesi, okul hayatındaki rekabet ilişkisi, ailelerin çocuklarının geleceği konusunda iyi eğitim almalarını liste başı yapması, dolayısıyla çocukların sadece ders odaklı yetiştirilmeleri, çevreyle gezme tozma ilişkisi varsa bile bunun hep kadınlar arasında olması, erkek çocuklarının babalarıyla yeterince muhatap olamaması, babayla duygusal ve sosyal gelişimi destekleyecek birlikteliklerin azalması, çekirdek aile nedeniyle baba yerine erkek çocukla ilgilenecek başka erkeklerin bulunmaması...vb. gibi sorunlar nedeniyle erkek çocukların fıtratı bozulmaya başladı.

Anlayacağınız, bir erkeği tek başına bir kadın yetiştirirse olacağı bu! Anne ne kadar başarılı ve dört dörtlük bir eğitim verirse versin, kadın psikolojisi içinde hareket edeceği ve karşılaştığı sorunlarla kadınsı tavırlarıyla müdahale edeceği için, çevresinde sadece anne ve kadın gören erkek çocuk, otomatik olarak problem çözme yöntemi olarak, kadınsı davranışları taklit eder. Telefon çalıp kötü bir haber aldığında annenin duygularını taklit ederek harekete geçer. Kızıp sinirlendiği şeyler, herhangi bir erkeğin kızacağı değil, sıradan her kadının dert edineceği konular olur. Annesinin endişelendiği herşey onu da kaygılandırır. Derken bir bakmışsınız, feminen duygulanım gösteren bir oğlunuz olup çıkmış!

Örneğin çift terapilerinde bile dikkatimi çekiyor. Evli erkeklerde o kadar çok kırılgan/duygusal/hassas adam var ki! Normalde erkekle kadın bir sorun yaşadığında, kadın duygusal olarak problemi uzatsa da erkek daha kolay üstesinden gelirdi. Şimdilerde kadın üstesinden geliyor, evin erkeği hala durumun etkisinden kurtulamıyor, incinmiş, çok kırılmış olarak seansa gelip gidiyor. Mesleğimin ilk yıllarında kadın psikolojisi toparlamaya çalışırken, son bir kaç yıldır erkek psikolojisi toparlamaya çalışıyorum. Erkeğin de sorunu olur elbet. Ama söylemek istediğim, kırılgan bir erkekle çalışmak ayrı, erkeğin kendi yapılanmasına uygun sorunlarıyla ilgilenmek ayrısevgili okurlar.

Erkek çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gereken bazı hususları sizlere sıralayarak konuyu bitirelim istiyorum. 

1. Erkek çocuğun büyüme sürecinde babalar mutlaka rol almalı. Doğru davranış kalıplarının, duygulanımının sağlıklı oturması için önünde özdeşim kurabileceği bir erkek figürünün olması son derece önemli.

2. Bebekliğinden itibaren gerekli ilgiyi, sevgiyi, şefkati göstermek gerekli.

3. Annenin davranış şekliyle babanın davranış şeklinin aşırı zıtlıklar içermemesi gerekli. Şöyle ki; anneler oğullarını yetiştirirken duygusal, hassas davranıyor. Belirli bir yaşa bu davranışı içselleştirerek gelen erkek evlat, büyümeye başlayıp anne sözü dinlemediğinde baba devreye giriyor. Bir anlamda annenin gücü oğluna yetmemeye başladığında, destek kuvvet şeklinde harekete geçiyor. Babalar malesef annenin yumuşak tavrının aksine ani bir kızgınlık, azar, bağırıp çağırma, tehdit etme, hakaret etme, tenkit etme, tehdit etme, suçlama gibi yanlış yöntemleri kullanabiliyorBöylece anne ile babanın oğula ulaşma yöntemleri çok farklı görüntü veriyor. Bu durum kafa karıştırıyor ve eğer ileşitimde sorun varsa, işleri daha da kötü noktalara götürüyor. Doğru olan, bebeklik döneminden itibaren anne/babanın birlikte eğitim vermesi ve kadın/erkek davranış biçimlerini erken yaşlardan itibaren hissetmesinin sağlanmasıdır. Aşırı korumacı bir anne ve ergenlikte aniden ortaya çıkmış asabi baba çok kötü bir korelasyon.

4. Ailedeki erkeklerin mümkün olduğunca beyefendi tavırlar sergilemesi ve bu davranışlarının çocuğa örnek olmasının sağlanması gerekiyor.

5. Babanın oğul karşısında pasif olmaması gerekiyor. Sert, aşırı otoriter baba ne kadar zararlıysa, oğluna sözünü geçiremeyen, çekingen baba ondan çok daha zararlıdır eğitim açısından. 10 yaşındaki oğluna sözünü geçiremeyen baba, ne kötü bir babadır bilemezsiniz!

6.Erkek çocukların daha hareketli olduğunun düşünülerek, yaptığı yanlış davranışlara göz yumulması gerekir. Bedensel hareketlilik farklıdır, hatalı davranış farklı. İkisi birbirine karıştırılmamalıdır. 

7. Erkek çocuklarınızın ilerde kötü alışkanlıklar edinmemesi için, şimdiden iyi alışkanlıklar edinmesine yardımcı olmalısınız. Oturduğunuz yerden "git-yap" diyerek değil, onun yapmasını istediğiniz faaliyetlerine katılarak bunu daha iyi sağlarsınız. 

8. Çocuğunuzla sohbet etmeli, ona zaman ayırmalısınız. Ama sohbet etmekle nutuk çekmeyi birbirine karıştırmadan. 

9. Okulu ve dersleri dışında konuşacak konular bulmalısınız. Çocuğunuzla aranızdaki tek sohbet konusu dersleri olmamalı. Çünkü bu onlara göre konu bile değil! Çocuğuyla konuşmayı bilmeyen insanların saklandıkları bir bahane. Yani oğlunuz bile biliyor, ders dışında aranızda konuşulacak hiçbir şey olmadığını. Bu ne acı bir ilişki biçimi!

10. Özellikle oğlunuzun arkadaşlarını tanımaya çalışın. Onlarla zaman geçirin. Gençleri toplayın bir yerlere gidin, film izleyin, kafede oturun. Böylece oğlunuzun kimlerle zaman geçirdiğini görmeye çalışın.

11. Arkadaşlarına tu-kaka demeyin! Sizde bulamadığı her ne varsa onu aramaya gittiğini unutmayın! Sizde olmayıp, onlarda olanı anlamaya çalışın. Zaman ayırıp, onu dinlediğinizde dönüp size geleceğini aklınızdan çıkarmayın.

12. Kendisini önemli hissetmesini sağlayacak, başarabileceği sorumluluklar verin. İşini başardığında övün, oğlunuz olduğu için onunla ne kadar gurur duyduğunuzu söyleyin.

Erkek çocukları için özel yaşam koçluğu lazım!

Ve işte başladığımız bir uygulama; Erkek çocuklarınıza, erkek uzmanlarımızla yaşam koçluğu hizmeti veriyoruz. Bu hizmetler söylediğim gibi yurtdışında fazlaca uygulanıyor. Bir uzman buluyorsunuz ve oğlunuzla iletişim kuruyor. Onun dersleri, hayata bakış açısı, hedef belirlemesi, kendi içindeki potansiyelini açığa çıkarması, doğru tercihlerle kendisini gerçekleştirebileceği mutlu bir hayat organize etmesi için destek oluyor. Aslına bakarsanız "baba" gibi ilişki kuruyor oğlunuzla. Böylece kendisini güvende hissediyor, erkek adam olmayı sağlıklı bakış açısı olan sağlıklı bir adamdan öğreniyor.

Çok keyifli bir çalışma... tavsiye ederim...

 

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman&Psikoterapist&Aile Danışmanı)

www.yuzlesme.tv

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu

 

21 Mart 2015 Cumartesi

Romantizmi abartırsanız zararlı çıkarsınız..!

Romantik evlilik yapacağım diye eşten olmayın!

Evlilik ilişkisi kişilere özeldir aslında. Siz nasıl olmasını istiyorsanız öyle olur.

Peki, günlük hayatınızda öyle mi? Hayır dediğinizi duyar gibi oluyorum. 

Evlilikler birbirinden etkilenmeye başladı, doğal olarak evlilik ilişkisine dönük beklentiler arttı. Üzerine ekran ve gösteri dünyasının şaşalı ilişkileri de eklenince bizler evlilik ilişkisi normalimizi kaybetmeye başladık bence.
Evliliklerde yakınlık ve arkadaşlık ilişkisi önemlidir sevgili okurlar! Bunun yanında gereksiz romantizm evlilik ilişkinizi bozar.
Anlatmak istediklerimi doğru anlamanın en iyi yolu kavram kargaşası oluşturacak kelimeleri bir güzel açıklamaktan geçiyor.
Hal böyle olunca Romantizm kelimesi ne demek bir göz atalım dilerseniz.
Romantizm; “1. XVIII. yüzyıl sonunda başlayan, duygu, coşku ve sembole aşırı yer veren sanat akımı 2. Romantik ortam veya durum. 3. Duygusal eğilim, hayalcilik” şeklinde tanımlanmaktadır. (TDK)
Psikolojik/terapötik açıdan romantizm ise; kişinin kendi hayallerine, dış dünyadan karşılık bulma çabası şeklinde tanımlanabilir.
Tanımları didikleyerek, romantizm başımıza niye bela oldu hemen bulalım mı?
İlk tanıma göre, duygu, coşku ve sembole aşırı yer verilmesi ev hayatımızı zora sokmaya başladı. Cidden öyle. İnsanlar içsel/manevi değerlerini yitirdiklerinde, dışarıdan nesnel takviye yapmak zorunda hissederler kendilerini. Geçmişte “bir lokma bir hırka” diyen Müslümanlar ne oldu da AVM/Lüks tutkunu olup çıktılar dersiniz? İnsanı insan yapan değerler alaşağı edilirse, kişiyi kıymetli hale getiren prensipler yok sayılırsa olacağı bu tabii ki.
Anne/babalarımızın yaptığı evlilik pratikleri günümüzde yok denecek kadar az maalesef. Onlar evlenirken iyi günde/kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta evlilik yapıyorlardı. Benim son zamanlarda çalıştığım ailelerin çoğu, eşin maddi zorlukları nedeniyle bitiyor örneğin. Hani kötü gündü?
Veya etrafta daha güzel, fiziği yerinde, boyalı süslü kızlar var… veya fit erkekler… kendi doğum yapıp kilo almış kadınına/ yaş ilerledikçe midesi çıkmış adamına bakınca gönlü geçiyor herkesin. Hopp boşanmaya kalkıyor. Hani sağlıktı?
Duygusal eğilim kısmına gelince…
Allah(cc) bizi Kur’an-Kerim’de pek çok ayette uyarırken, “…akıl etmez misiniz?”, “…düşünmez misiniz? diyor. Bizleri düşünmeye, akletmeye çağırıyor. Neydi peki akıl etmek? Kalbin tatmin olduğu, aklın ikna olduğu bilgiye ulaşmak değil miydi? Duyguların yanılma ihtimali vardır her zaman. Ama akıl ve kalp bir araya geldiğinde, yani Allah(cc)’ın emrettiği gibi aklettiğimizde yanılma ihtimalimiz en aza iner. Bu konuyu uzatmaya gerek yok sanırım, çünkü günlük pratiğinizde defalarca test etmişsinizdir bu durumu. Sadece akılla hareket ettiğinizde, içinizde bir şeyler boşlukta kalmıştır. Tam tersi sadece kalbinizle hareket ettiğinizde, sonradan çok üzülmüşsünüzdür. Fakat ikisini bir arada tutabildiğinizde, alınan kararlar sizi zora sokmamıştır.
Her evlilik, fıtratı gereği, belirli bir ihtiyaçtan yola çıkarak yapılır. Kimi zaman fiziksel ihtiyaçlar, kimi zaman duygusal ihtiyaçlar, kimi zaman evden kaçıp gitme isteği, kimi zaman sevdiğini sandığı hayali. Öyle ya da böyle evlilik öncesinde beyninizin bir yerlerinde gizli bir kontratınız vardır. O kontrat sizi ilişkiye bağlar. Ancak zamanla kontrat unutulur. Akleden insan, geçmişte o kişiyle niçin evlendiğini hatırlamaya devam eder. Ben zamanında falanca nedenlerle evlenmiştim. Şimdi şartlar değişti diye eşimi değiştiremem, der. Eşini değiştireceğine, zamanın değişen şartlarına göre eşinin pozisyonunu değiştirmeye çalışır.
Vaktinde parası yoktu, kimse kendisiyle evlenmiyordu, para pula meraklı olmayan iyi bir kızla evlenen, üç gün sonra cebi para görünce piyasadan banknot meraklısı yeni çıtır bulmaz örneğin! Veya zamanında sırf Allah’tan korkuyor diye evlendiği kocası, kendisine yeterince coşku yaşatıp, beş yıldızlı tatillerde sürprizler yapmıyor diye internetten yeni aday avına çıkmaz.
Ve psikolojik tanım didiklemesine geldi sıra: Kişinin hayallerine, dışarıdan karşılık bulma çabası. Bu tanım aslına bakarsanız çok tatlı ve masum bir süreç. Her insanın bir hayali vardır. Hayaller insanları diri tutar. Hayal, yapısı gereği motive edicidir. Geliştirici, tetikleyicidir. Örneğin hayali olmayan bir çocukla çalışıyorsam çok endişelenirim. Kendisiyle ilgili gelecek planları olmasını isterim, hayallerinden yola çıkarak çabalamasını beklerim.
Her insanın hayali vardır… olmalıdır da. Hayallerin en tatlı tarafı, günün birinde gerçekleşme ihtimalinin olmasıdır. Umut aşılamasıdır.
İyi de evliliklerle ilgili sorun nerede?
İnsanların evlilikle ilgili hayalleri işgal altında! İşte sorun burada! Ülkenin en doğusundan en batısına kadar evlerde oturan kadınların tamamının hayali aynı olmaya başlamışsa…? Kadınların tamamı akşam kocasından çiçek beklemeye başlamışsa…? Erkeklerin hepsi kendisini özel hayatında çıldırtacak(!) vamp kadın isteyip duruyorsa…? Kadınlar eşlerini cam silerken, halı süpürürken görmek isteyip duruyorsa…? Adamlar, eşlerinin hayatlarını sürekli canlı/hareketli tutmasını söyleyip duruyorsa…? Herkes birbirine şiir okuyup, birlikte mum ışığında yemek yeyip, dans etmek istiyorsa…?...vs…vs…vs. HAYAL BUNUN NERESİNDE…?  
Hayalin özelliği, kişiye özgü olmasıdır. İnsanlar kes/yapıştır mantığı içinde birbirinden gördüğü şeyleri kopyalayıp, kendi hayatına kaynatmaya çalıştığında işler karışıyor. “Karşı komşunun kocası şunu şunu yapıyormuş, bizimkinde tık yok” endişesiyle, aynı şeyler kendi eşinden bekleniyorsa… “Bizim iş yerindeki bayanlar böyle böyle yapıyorlar…” gibi kıyaslamalarla kendi hanımından benzer şeyler isteniyorsa… hayal bunun neresinde? Kişiye özel oluşu neresinde?
Bazen diyorum ki ülkedeki insanların tamamı kola/hamburger gibi oldular maalesef. İlerde Ahmet’le evlenmekle, Mustafa’yla evlenmek arasında bir fark kalmayacak işin kötüsü. Çünkü erkeklerin hepsi aynılaşıyor… kadınların hepsi de aynılaşıyor. İzmir’deki kızımız çiçek istiyor kocasından, evi temizletiyor adamcağıza yorgun yorgun işten gelmişken, Anadolu’daki kızlar da. Ayşe’yle evlenmekle, Firdevs’le evlenmek arasında ne fark olacak birisi bana anlatabilir mi?
Bunların tamamı duygusal karmaşalardan kaynaklanan, romantizm meraklısı insanların yaşadıkları evlilik sorunları sevgili okurlar.
Hayal sizin hayalinizse, kendi iç ilişkilerinizden yola çıkarak yaptığınız tatlı/hoş davranışlar ve beklentilerse, zarar vermek ne kelime, evlilik ilişkinizi inanılmaz eğlenceli noktalara taşır. Ama başkalarının yaptıklarının aynısı kendisine dayatılmaya çalışılan eş, kadın olsun erkek olsun, rahatsız olur. Hırçınlaşır. İlişkiniz zarar görür.
Filmlerden gördüğünüz, her gördüğünüzü istediğiniz romantizm saçmalıkları, evliliklerinizin başına bela oluyor benden söylemesi. Peygamber efendimizin Hz. Hatice’yi Hira dağının tepesine mum ışığında yemeğe davet ettiğini duyan var mı? Eşiyle el ele tutuşup, Mekke sokaklarında kordon boyunda yürüyüş yaptıklarını? Ama mutluydular değil mi? Çünkü eminim kendi iç ilişkilerinde, birbirlerini duygusal anlamda besleyecek çok kaliteli bir ilişkileri vardı. Aksi halde Peygamberimiz eşini kaybettiği o yılları “Hüzün yılı” olarak ilan etmezdi.
Sevgiler…


Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman&Psikoterapist)
mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv
 
 
 

17 Mart 2015 Salı

Erteleme Hastalığına Tutulduysanız okuyun!

Erteleme Hastalığına Tutulduysanız okuyun!

 

"Erteleme"nin hastalığı olur mu demeyin, çünkü var! Erteleme alışkanlığı neredeyse hastalık gibi yayılmaya başladı. Genci yaşlısı, çalışanı evde oturanı herkes bu durumdan muzdarip.

Bu günkü yazımda erteleme alışkanlığıyla başetmenizisağlayacak bazı öneriler yazmak istedim.

İllaki bir şeyi ertelemeniz gerekiyorsa, ertelemeyi erteleyin…! Bilmeyenler için yardım önerilerimi maddeler halinde sıralayayım ne dersiniz?

 

1) Kendinize sesli komut vererek işe başlayabilirsiniz.Kendi kendine komut verme durumu, davranışçı tekniklerde kullanılan ve son derece işe yarayan bir yöntemdir. Yapmanız gereken tek şey, sanki dışarıdan birisi sizi yönlendiriyormuş, size ne yapmanız gerektiğini söylüyormuş gibi kendinize komut vermeniz. Sesli ve kulaklarınızın duyabileceği bir tonla, ne yapmanız gerektiğini kendinize söylemeniz gerekiyor. 

 

2) İkinci olarak korku, endişe, konsantrasyongüçlüğü gibi sizi erteleme zorunda bırakan tüm süreçlerin farkında olmaya çalışın. 

-Neden erteliyorum? 

-Çünkü korkuyorum…!

-Peki neden korkuyorum? 

-Korkarak nereye kadar gidebilirim? 

-Korkuyu nereye kadar taşıyabilirim? 

Anadolu tabiriyle korkunun ecele faydası var mı?” 

…tüm bu ve benzeri soruları kendinize sorarak, korkunuzun üzerine gitmeye çalışın. Korkunuzun, endişenizin, kaygınızın,…vs. sizi tutan her şeyin üzerine gidin. Psikolojide önemli olan ilk adımı atmaktır. İlk adımı atıyorsanız, diğerleri kendiliğinden gelir. İlk adımı erteliyorsanız, geri kalanlar da sistematik olarak ertelenenler listesinden yer almaya başlar. 

 

3) Her neyi erteliyorsanız, her neden dolayı geri adım atıyorsanız bu konuda kendinizi disiplin altına almanız gerektiğini tekrar hatırlayın. Ertelediğiniz konuda yapmak istediğiniz şeyleri tek tek sıralamaya çalışın.

Erteleme hastalığının en ciddi destekçisi, kişinin disiplin sahibi olmamasıdır.

 

4) Büyük ve tek parça halinde işler yapamıyorsanız, en azından bölerek ve küçük parçalar halinde onları gerçekleştirmeye çalışın. Böl-parçala-uygula her zaman işe yarar. Çünkü bir çok kişi için işlerin tamamını bitirmek imkansızdır. Ama işler minik parçalara bölünüyorsa, üstesinden gelmek kolaylaşır. 

 

5) Ertelemeden kurtulmak için arada sırada da olsa hedeflerinizi hatırlamaya çalışın. Hedefini unutan, hayattan ne beklediğini anımsamayan insanlar, kolaylıkla erteleme alışkanlığına kapılırlar.

 

6) İsteklerinizle, eylemlerinizi karşılaştırın. Bir şeyi “istemek” demek, o işi mutlaka yapacağınız anlamına gelmiyor. Oysa gelmeli. Çünkü “…istiyorum; ama yapamıyorum…” demek, “YETERİNCE İSTEMİYORUM” demektir sevgili okurlar.

İç dinamikler açısından bakıldığında, istenilen bir durum için, mutlak surette adım atılması gerekir. İsteniyor ve adım atılmıyorsa, “istek”ten değil “hayal”den bahsetmemiz gerekiyor. 

7) Ertelemediğinizde, geciktirmeden bir işi başardığınızda mutlaka kendinizi ödüllendirin. Zor ve ertelemesi kolay işlerin arkasına, ne zamandan beri yapmayı çok istediğiniz keyifli bir faaliyeti yerleştirin. Özlediğiniz bir arkadaşınızla buluşmayı heyecanla mı bekliyorsunuz? O buluşmadan önce ertelediğiniz bir işi yerleştirin. Tasarladığınız işi bitirince de mükafat olarak arkadaşınızla buluşun. 

8) Gerçek dışı hayaller/beklentiler de insanlara bol bol erteleme yaptırır. Çünkü kendisini tanımadan, gücü neye yeter bilmeden kuru kuruya beklentiye giren kişi, istediği durumu gerçekleştiremediğinde hayal kırıklığına uğrar. Sonrasında düşün, yapma! Aklına getir, yapma!... şeklinde yanlış bir zincir oluşur hayatında.

Kişinin kendisini tanıması ve yapısına uygun hedefler belirlemesi önemlidir. Kapasitenizin farkında olursanız, ertelemeler yaşamak zorunda kalmazsınız.

 

9) Zamanınızı planlamaya çalışın. "Aman birazdayaparım…” yerine “10 dk içinde bu işi halletmiş olmam lazım.” diye düşünün. Geniş zamana yaymak yerine, yapacağınız işin zamanını belirlemiş olursunuz. Bu da erteleme alışkanlığınızı ortadan kaldırmaya yarar.

 

10) Mümkün olduğunca aklınıza olumlu düşünceler getirmeye çalışın. “Yapamam, beceremem…” yerine “Neden yapamayayım?” diye düşünmeye çalışın. 

Beyin bu…! Ne düşünürseniz size onu yaptırır. Olumsuz şeyler düşünürseniz yapısal bütününü olumsuz sonuç için organize eder, olumlu düşürseniz ona göre harekete geçer. 

11) Her şeyi dört dörtlük yerine getirmek zorunda olmadığınızı bilmelisiniz. Ya hep ya hiç mantığı sizi sürekli geriye götürür. Oysa önemli olan yapabildiğinizin en iyisini yapmanızdır. Her adımınızda her nefesinizde kendinizi birileriyle kıyaslamanız gerekmiyor. Hiç yapmamak ne kadar sakıncalıysa, elinizden geldiği kadarını yapmak o kadar güzel ve doğaldır.

12) Tembelliği ertelemeyle karıştırmayın! Minik bir sır vereyim size; tembellik psikolojik bir hastalık değil,kişinin kendisini alıştırdığı ve işine yarayan süreç olarak kullandığı, rahatsız edici bir yöntemdir. Tembellikten kurtulmak için, iğne, ilaç gibi yardımcı metodlar maalesef yok…! Tek ilaç harekete geçmeniz. Harekete geçeceksiniz. 

Harekete geçmeyi bilmiyorsanız lütfen birkaç seans yardım alınız... 

 

Sevgiyle kalın…

 

Bana ulaşmak için:

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

 

Telefon: (0212) 5830022

mehtapkayaoglu@gmail.com

 

 

 

16 Mart 2015 Pazartesi

"Şişştt… Amca Kızıyor…!" diye çocuk büyütülmez!

"Şişştt… Amca Kızıyor…!" diye çocuk büyütülmez!

Herkese sevgiler ve selamlar göndererek başlamak istiyorum yazıma. Ailenin çocuk yetiştirme usulleri hakkında yazı yazmam istenince, ne yapılmama gerekmiyorsa o konuda yazayım istedim ve geçtim bilgisayarımın başına. Çocuk yetiştirmek zor ama bilmeden yanlış yöntemler uyguluyorsanız daha da zor. Ki bizim amacımız iç denetim mekanizmasını kullanabilen, otokontrolü çalışan çocuklar yetiştirmek olmalı. 

Ülkemizde amcalar, teyzeler, ablalar hiç bitmez… her yerde vardırlar… sürekli de kızarlar zaten…

Çünkü bir çocuk ne zaman yaramazlık yapsa, annesi veya babası, o kaçınılmaz cümleyi söyler:

Şişşştttt… Dur yapma kızım… Bak amca kızıyor…”

Amcanın kızması bir şey değil de, keşke her şey sadece amcanın kızmasıyla sınırlı kalsa…!

Amca kızar… çocuk bildiğini okur…

Teyze kızar… çocuk bildiğini okur…

Abi kızar… çocuk yine bildiğini okur…

Peki bu kadar çok kızan insana rağmen, niçin çocuklarımız bir türlü istediğimiz gibi davranmaz?

Anne-babalar, çocuklarıyla baş etmek için üretmiş aslında bu yöntemi… ama tamamen yanlış bir uygulama…

Bir anne, çocuğuyla yolda yürürken, alışveriş yaparken, parkta oyun oynatırken, yapılan yanlışlığı durdurmak için, çevredeki insanlardan yardım almaya kalkınca, işler yolunda gitmiyor.

Çocuklarımızın kafasını karıştırıyoruz farkında olmadan sevgili anne ve babalar…

Misafirliğe gittiğimizde, oğlumuz koltuğa çıktığında:

Şişşşt yapma yavrum… bak Fatma teyze kızar şimdi sana…” dediğinizde, aslında oğlunuza ne demiş oluyorsunuz biliyor musunuz…?

“Bak yavrum, koltuğa bastığında Fatma teyzen kızıyor… Fatma teyze yanımızdayken koltuğa basma… odadançıktığında veya onun görmeyeceği yerlerde koltuğa basabilirsin…”

Evet… aynen böyle anlıyor hem de…

Çocuğu vazgeçirtmek için söylediğimiz bu cümlenin sonuçlarını tek tek gözden geçirelim isterseniz…

Öncelikle bu cümle, çocuğun “otokontrol” mekanizmasını alt üst eder. Hani şu halk arasındaki söylemimizle “İrade” dediğimiz mekanizma. Çünkü çocuğa, Ayşe Teyze, Ahmet Amca gibi kişiler işaret edildiğinde, ister istemez kişilere göre hareket etmeye başlayacaktır.

Özdenetim, otokontrol, irade, kendini tutma…vb. gibi çeşitli isimlerle adlandırdığımız sistem çöküyor böylece… hatta adı ne olursa olsun fark etmez aslında… önemli olan çocuğun kişiye odaklı davranmayı huy edinmesidir.

Doğru,eşya ve nesne kullanımını işaret eden uyarılardır… yani:

Hiii… benim tatlı oğlum… koltuğa basılmaz… koltuktaoturulur… yerde yürünür… hadi hemen in aşağıya… koltuğa zarar vermeyelim oldu mu… aferin benim yakışıklı oğluma…” gibi bir ifade kullanmak…

Markettesiniz… yiyeceklere saldırıyor…

Şişşttt… yapma kızım… bak görevli amca kızıyor… dokunma bakayım onlara…” değil…

“Tatlı kızım… dokunursan raftakiler dökülür… bak ne kadar güzel sıralamışlar… hem de bizim için… biz güzel görelim diye… şimdi dokunup dökersek üzülürler… yazıkolur… uzaktan bakalım oldu mu? Merak ettiklerini söyle, ben sana veririm… “ vb. gibi duruma uygun bir ifade ile…

Böylece evladımızın zihinsel süreçlerine önemli bir katkıda bulunmuş oluruz. Kişiye göre değil, nesneye göre hareket etmeyi öğretmiş oluruz. Muhakeme yeteneklerinin gelişmesini sağlamış oluruz. Benzer durumlarda, benzer sonuçlar çıkararak, kendiliklerinden zarar vermemeyi öğrenmelerine vesile olmuş oluruz.

Ayrıca…. Bence en önemlisi… BİZE GÜVENMEYİ ÖĞRENMİŞ olur çocuğumuz…

Siz sürekli amca kızar, teyze kızar dedikçe, kızınızın ve oğlunuzun size olan güvenini yitirdiğini biliyor muydunuz….?

Aynen şöyle düşünmeye başlıyorlar:

“Anneciğim, senin yanında olduğum halde herkes bana kızıyor… beni hiç korumuyorsun… kendimi yalnız ve korumasız hissediyorum…” 

…ve böylece ya saldırgan bir yapı geliştiriyorlar… ya da içe kapanık bir yapı…

Çocuğun doğruyu/yanlışı öğrenme yetisi, kendi ruhsal bünyesinden yola çıkmalıdır. Yani kendinden yola çıkarak, iyi ve güzele ulaşmalıdır. Kendinden yola çıkmazsa, kendisi dışındaki nesnelere yönelirse, iç denetim mekanizması gelişmez. Sağlıklı bir yetişme süreci için, ebeveynin, çocuğunun iç denetim mekanizmasını harekete geçirmesi gerekir.

Karar verme, olayları değerlendirip sonuca varma iradesi, çocuğa ait olmalı… çocuk bir şeyin doğru mu/yanlış mı olduğunu, muhakeme yeteneğini kullanarak ayırt edebilmeli… aksi halde hep başkalarına endeksli bir yaşam sürmeye başlar.

Anneler ve babalar, biraz daha zaman harcayıp, biraz daha emek vermemek için, kestirme yöntemler kullanmayı seviyorlar. Ya da doğrunun ne olduğunu bilmeden de yapabiliyorlar…

Adına da ister tabiat kanunu deyin –ki ben bu duruma sünnetullah demeyi tercih ediyorum- ister kaçınılmaz son, gerekçeleriniz ne kadar insani ve sevgi dolu olursa olsun, psikolojik süreçler açısından zarar verici bir davranış uyguluyorsanız, çocuklarınızla iyi bir iletişim kurmakta zorlanacaksınız demektir. 

…iyi bir birliktelik, iyi bir ruhsal/duygusal paylaşım sizden çok uzaklara gider böyle durumlarda… 

…ve bir gün uzun uzun düşünmek zorunda kalırsınız.. “Ben nerede hata yaptım…” diye…

....

Çocuklarımız bize emanet ve bu emanete uygun olarak yetiştirmek zorundasınız. Elinizden geldiğince doğru yöntemlerle, karakter ve kişilik yapılarını güçlendirerek, adalet duygusu taşıyan, kaliteli insanlar olmasını istiyorsanız doğru yol ve yöntemler öğrenmenizde fayda var sevgili anne babalar!

Aslına bakarsanız "Çocuğunuzun Terapisti Olun" adı altında çok tatlı eğitimler veriyoruz. Birkaç saatinizi ayırarak bu eğitimlere katılabilirsiniz. 

3 saatlik eğitimler şeklinde hazırlıyoruz ve çocuklarınızla doğru iletişimi kurabileceğiniz profesyonel yöntemler öğrenmenizi sağlıyoruz. Çocuğunuza doğru dili kullandığınızda, akıllarını karıştıracak ciddi yanlışlıklar yapmadığınızda, büyüme dönemi özelliklerine göre büyüttüğünüzde, anne baba olmanın sandığınız kadar zor olmadığını anlıyorsunuz.

"Az bilgi çok bela savar...!" sloganıyla eğitimler veriyoruz hep. Bilginin ve doğru yöntemin olmadığı yerde sıkıntının oluşması kaçınılmazdır. Oysa doğru yöntem öğrenmek çok kolay çok...

 

Sevgiler...

 

 

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

 

0212 583 00 22 - 0533 488 06 00

 

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu