28 Temmuz 2015 Salı

Pişmanlık psikolojisi yaşıyorsanız okuyun!

Pişmanlık psikolojisi yaşıyorsanız okuyun!


Pişmanlık, yaşamımız boyunca defalarda hissettiğimiz, tekrar olmasın diye çabaladığımız; ancak yakamızı kolay bırakmayan ilginç bir duygudur.


Kimler nelere pişman olmuyor ki? 

Geçmişin satır aralarında kalan sorunlarına, söylenmemesi gerektiği halde sarf edilen cümlelerden, yıllar sonra keşke yapsaydım diye düşüneceğimiz eksik tecrübelere kadar -eksi sonsuzdan artı sonsuza- uzayıp giden ilginç bir süreç pişmanlık.

Kimi zaman yapmadıklarımız için, kimi zaman yaptıklarımız için pişmanlık yaşıyoruz. Aklımızdakini gerçekleştirmemenin verdiği pişmanlıkla, aklımıza eseni hemen yapıyor olmanın verdiği pişmanlık arasında ne fark var bilinmez. Bildiğimiz yegane gerçek, sebebi ne olursa olsun herkes hayatının belirli yerlerinde kendi çapında pişmanlık yaşıyor.

Seanslarda en fazla "pişmanlık" duygusuyla çalışıyorum. 

Pişmanlık, doğru kontrol edilmezse insanı hasta ediyor. Pişmanlığınız, tecrübe sonucu oluşmuş içsel organizasyonlara dönüştürülüyorsa, geleceğinizi kollayan tatlı bir tedbir duygusu olarak sizi gözetiyor. 

Dikkat ettiniz mi? Halk arasında pişmanlık hep kötü ve olumsuz durumları çağrıştırıyor. Genellikle büyük üzüntüler, ciddi sorunlar sonrası gelen kendine kızmalar, başkaları tarafından yıpratıldığımızı düşündüğümüz anlarda beliriyor. Oysa istersek pişmanlık duygumuzu "yapıcı/onarıcı"nitelikte kullanabiliriz!

Belki şaşıracaksınız; ama kişisel gelişim ve kişisel dönüşüm için en çok işe yarayan duygunun pişmanlık olduğunu biliyor musunuz? Ben yıllar içinde öğrendim. O kadar çok insana psikolojik destek verdim ki sayısını ben bile bilmiyorum. Pişmanlık hep kırılma noktası oldu. Kişi pişman olduğu durumu tekrar yaşamamak için daha çok çaba sarfetti. Geleceği umutla hazırlamak için pişmanlık yaşadığı anları hatırında tuttu. Geçmişiyle geleceği arasına pişmanlık zemininde bir köprü inşa etti. Böylece pişmanlık, doğru kullanan ve aklını elinden bırakmayanlar için inanılmaz bir mucizeye dönüştü.

Birilerinin "İyi de pişman olup olup aynı hatayı yapanlar var Mehtap Hanım? Onları ne yapacağız?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Onlar başka bir yazının konusu. Bugünkü yazım, "Pişmanlıktan korkmayın, pişmanlığınızı iyi kullanın!"sloganı üzerine kurulu.

Pişmanlık yapıcı/onarıcı olarak nasıl kullanılabilir diye merak edenler için hemen söyleyeyim. Eğer pişmanlık duygumuz olmasaydı, gelecekte bizi üzecek çok fazla malzeme biriktirirdik. Usulüne uygun şekilde yönetilen pişmanlık, iç dünyamızda ve günlük pratiğimizde daha fazla biriktirme yapmamıza engel olan duygusal bir araçtır. Yani eğer pişmanlık duygumuz olmasa, sürekli biriktirirdik. Arada sırada pişman olduğumuz için, o mini pişmanlıklar, bizi yeni hatalar yapmaktan alıkoyuyor. 

Pişmanlık geçmişten geleceğe doğru kişiyi etkisi altına alabilen, zamansal olarak geniş yelpazesi olan bir duygudur. Geçmişi ve geleceği bütünleştirir. Pişmanlıkla geçmişi birlikte ele alacak olursak, geçmişinize göz attığınızda yapamadıklarınız için veya yapıp da hata olduğuna inandıklarınız için pişman olursunuz. Bu pişmanlığı cebinizde taşıyarak geleceğinize yol aldığınızda, o durumların benzerleri yaşanmasın diye dikkatli davranır, sonraki günlerinizi daha verimli hale getirebilirsiniz. 

Bence hepimiz arada kendimize ve geçmişimize göz atmalıyız. Yabancı filmlerde vardır, pek çok kişi "ölmeden önce mutlaka yapılacaklar listesi" hazırlar. Bizler ölmeden önce diye uzun zamana yayarsak ipin ucunu kaçırıp gerçekleştiremiyoruz. Kısa dönemli talimatlarla kendimize yapıcı/onarıcı pratikler kazandırabiliriz.

Örneğin ilk olarak son üç yılınıza göz atın! Neler eksik? Neler fazla? Neler yük? Neler az? Zihninizden geçirin, kendinize puan verin. 

İkinci adım olarak, gelecek üç yıla, geçmişten gelen hangi pişmanlıklarınızı taşımak istemeyeceğinize karar verin. Eksik olanları tamamlamaya, yaptığınız için pişman olduklarınızı ortadan kaldırmaya dönük tedbirler alın. Böylece yaptığınız için pişman olduklarınızla, yapmadığınız için pişman olduklarınızı tahlil etmiş olacak, gelecek birkaç yılınızı ayağınıza ve ruhunuza dolamadan daha keyifli/verimli geçirme şansına sahip olacaksınız.

Gayet kolay bir yöntem...

Pişmanlıklar hep aynılıktan gelir. Değişiklik iyidir. Azsa eklersiniz, fazlaysa eksiltirsiniz, sonuçta bir yerlerden hayatınızda değişiklik yapmaya başlamış olursunuz. 

Denediğiniz hiçbir şeyden pişman olmazsınız, denemediğinizden pişman olduğunuz kadar!

Çocuklara yardımlaşma öğretilmeli (1)

Çocuklara yardımlaşma öğretilmeli (1)

Son dönemlerde ailelerin yaşadığı sıkıntılardan birisi bu; kendi ayakları üzerinde duran çocuk yetiştireceğim derken, yardımlaşmayı unutan çocuklar yetiştirmek.

Yakında piyasaya çıkması için uğraştığım güzel bir kitap yazıyorum sevgili anne babalar! Çocukları doğru değerlerle yetiştirmek için doğru yöntemler. 

Her anne baba çocuğunu insani değerlerle büyütmek istiyor, gelin görün ki çocuklar istediğinizin tam tersi yapı geliştiriyor. Sizler üzgün çocuklar gergin, ilişkiler maalesef kötü.

Bunlardan birisi “çocuklara kendine aşırı güvenmeyi, kendi ayakları üzerinde durmayı öğretmeye çalışırken, yardımlaşmayı öğretmeyi unutma üzerine kurulu yanlışlık. Bana kalırsa çocuklara ayakları üzerine basmayı öğretirken, yanlışlıkla yardımlaşmayı öğretmeyi unutmamalısınız.

Günümüzde annebabalar kendi ayakları üzerinde durabilen ve hayatının geri kalan kısmını kimseye muhtaç olmadan yürütebilecek cesareti kendinde bulan çocuklar yetiştirmek için çabalıyor. Böyle bir yetiştirme tarzını bir noktaya kadar doğru buluyorum, bir noktadan sonra sakıncalı buluyorum. 

Şöyle ki; insanlar kendi hayatlarında neyin eksik olduğunu düşünüyorlarsa, evlatlarında bu durumu tölere edecek yöntemler geliştirmeye çalışıyorlar. Yani kimselere muhtaç olmasın, kendi ayakları üzerinde dursun diye düşünen anne/babanın, kendi ayakları üzerinde duramamak veya başkalarına muhtaç olmakla ilgili derin kaygıları vardır. Zanneder ki çocuğu da benzer zorlukları yaşayacak, benzer sorunlarla karşılaşacak! Oysa çocuklar anne/babalarının hayat tecrübelerini temsil eden sorunlarla karşılaşmayabiliyor. 

"Kimseye muhtaç olmadan, sadece kendi ayakları üzerinde durmak" mükemmeliyetçi ve narsist bir bakış açısıdır. Dolayısıyla çok doğru değildir. İnsanoğlu, yaratılışı gereği, acizdir, eksiktir ve noksandır. "Öteki"ne ihtiyaç hissetmesi onun eksikliği değil, yaratılışının gereğidir. Yardım alması, insanlarla sosyal dayanışma içinde olması, doğasına uygundur. Endişelenecek bir şey yok yani. 

Çocuğunuzu, kendi ayakları üzerinde durmakla, toplumsal yaşamı paylaştığı diğer insanlarla yardımlaşarak büyümek arasındaki dengeli çizgide büyütmelisiniz. Aksi halde aşırı bencil ve kendisini dünyanın lideri zanneden sorunlu insanlar haline geliyorlar. 

Bazı durumlarda yardım almaları gerektiğinde, yardım almanın "acizlik/noksanlık" olduğunu düşünerek kaygılanıyorlar. Anne babanın çocuğuna vereceği en güzel hediye, kendisine güvenen, gerekli olduğu durumlarda yakın çevresinden yardım almayı bilen insanlar haline gelmesine yardım etmektir.

Anne babalar, çocuklarını yetiştirirken farkında olmadan onların ileriki hayatlarında taşıyamayacakları yüklerin altına girmelerini teşvik ediyor. 

Diyeceksiniz ki nasıl?

Güçlü olmalısın! Ayaklarının üzerinde durmalısın! Kimseye ihtiyacın olmamalı! Kendi başının çaresine bakmalısın! 

Güçlü olmak ve kendi ayakları üzerinde durmak için yapılan teşvikler evet doğru; ancak belirli bir çizginin ötesine geçtiğinizde bu çocuk başkalarına ihtiyaç hissettiğinde kendisini aciz ve beceriksiz hissetmeye başlıyorsa kötü. 

Seanslarda görüyorum, çocuğun arkadaşlık ilişkisi kurmada zorlukları var. Yakın bir arkadaşından yardım alabileceğini, arkadaşlık ilişkileri geliştirmek için onun yöntemlerinden faydalanabileceğini önerdiğimde;

"Ama o zaman benim beceriksiz, pısırık olduğunu düşünmezler mi? Kendi başına arkadaşlık kuramıyor diye benimle alay etmezler mi?" geri dönüşüyle karşılaşıyorum.

"Sınıfınızda bir arkadaşınız olsa, arkadaşlık kurmak istediği halde arkadaşlık kuramasa, bu konuda senden yardım istese, yardım eder misin?" diye soruyorum, büyük bir memnuniyetle yardım edeceğini söylüyor. 

Peki, aynı durumu kendisi için niçin istemiyor?

Çünkü veren el olmak, alan el olmaktan üstün geliyor. Veren, yardım eden kişi olmayı hoşa gider kılıyoruz bilmeden! Yardım etmenin iyi olduğunu anlatırken, yardım almanın acizlik ve eksiklik olduğunu söyleyerek teknik hata yapıyoruz.

Yardım ediyorsan yardım etmek iyidir. Yardıma senin ihtiyacın varsa yardım almak eksikliktir!

Ters bir öğreti bu!

Pek çok yazımda belirttiğim gibi günümüz anne/babası malesef mükemmeliyetçi. Herşey tam olacak, eksiksiz olacak. Olacaksa ya tam olacak ya da hiç olmayacak! Böyle düşünen bir beynin, yetiştirdiği çocuğa karşı da çok töleranslıolamadığını görüyoruz. Ayrıca çocuklarını tanımıyorlar. Gelişim süreçlerini bilmiyorlar. Neye gücü yeter neye yetmez haberleri yok! Kendi evladına "yabancı" olan anne babalar yapar bu bahsettiğim yanlışlığı.

Aslına bakarsanız kendi başının çaresine bakabilecek,  tek başına ayakta durabilecek çocuk yetiştireceğiz diye onu narsistleştirmek, çocuğun ruhen yıpranmasından başka bir şey değildir. Çocuklarımız büyürken öğrenmeli ki tek başımıza hiç bir şey yapamayız. İçinde bulunduğumuz yaşam koşullarını iyi organize ederek, insanlarla aramızdaki nesnel ve duygusal alışverişin dozunu iyi ayarlayabilerek mutlu oluruz. Robinsoncruso muyuz biz her şeyi tek başımıza yapacağız? Birileri bizim işlerimizin ucundan tutmalı ve biz birilerinin işlerinin ucundan tutmalıyız. Herkesin herkese yardım etme ihtiyacı vardır. Sizin bana yardım etmenize izin vermem, "sizdeki iyilik yapma ihtiyacını" gidermeye yardım ettiğim anlamına gelir. Yani siz bana yardım ederken, diğer yandan ben sizin insani ihtiyacınız olan "başkasına yardım etme ve kendini iyi hissetme" ihtiyacınızı doyurmanıza yardım etmiş olurum. Çok ilginç değil mi? Sizden yardım alırken, aslında size yardım etmiş de oluyorum. 

Bu anlayış biçimi evlatlarımıza aktarılmalıdır.


(yazının devamı Perşembe günü...)

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

www.yuzlesme.tv

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu

 

  

 

 

 

 

 

 

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Evlilikte aldatılma ya bir de böyle bakın!

Evlilikte "Aldatılmaya bir de böyle bakın!

Evlilik ve çift danışmanlığı yaparken en fazla çalıştığımız konulardan birisi "aldatılma" halleri sevgili okurlar!

Ne kadar çok çift var aldatılmaktan korkan, aldatılma kaygıları yaşayan, aldatılma kabusları görerek gece uykularını terörize eden, günler boyunca bunun stresiyle yaşayan. 

Biraz radikal fikirli yazı olacak şimdiden hazır olun... velütfen mesajımı doğru olarak algılamaya gayret edin.

Öncelikle hemen söylemem gerekiyor; aldatılmaktan korkmayın! 

Evet, korkmayın...!

Niye mi? Çünkü iyi giden bir evlilikte aldatılma olmaz! 

Kadın ve erkeğin birbirini sevdiği, birbirini anladığı, görmediğinde özlediği, gördüğünde sevindiği, birbirini hissettiği, birlikte keyifli zaman geçirdiği, maddi ve manevi ihtiyaçların tam ve sağlıklı olarak karşılandığı ilişkilerde, üçüncü kişilerin araya girmesi söz konusu dahi olamaz.Bunun örneklerine rastlıyorum, rastlıyorsunuz, rastlamaya devam edeceğiz! 

Evlilikte "Üçüncü kişi"lerin varlığı, ilişkinizde ciddi açıklar olduğu anlamına gelir. Bu cümleyi "Aldatılıyorsan dön kendine bak!" gibi sığ bir şekilde anlamak doğru değil, hatırlatayım. İlişkide ciddi açıklar olması durumu, bence alt yapıda kişisel duygusal yoksunluklara işaret ediyor. Evlilikte olup yalnızlık çekmek ne kadar acı örneğin. Anlaşılmadığını düşünmek ne kadar zor. Kerhen bir ilişkinin parçası olduğunu bilerek uyanmak her yeni sabaha, çok yıpratıcı. 

Ve acı gerçek şu ki; birçok evli çift bu duyguyla açıyor gözlerini yeni güne.

Geleneksel kültürümüz belirli yaşa gelen gençlerin yuva kurmasını istiyor. Kişilerin "yuva" kurması ne kadar güzel, yuva zannedilen zindan oluşturmanız ne kadar korkunç hiç bu durumu farkettiniz mi?

Evliler, hep eşinin kendisini aldatmasından korkuyor; ama merak ediyorum, kendi öz anne babasının kendisini aldatmış olmasına niçin duyarlı olmuyor? Hatta sığ bir ilişkiyi, dışarıdan bakıldığında evlilikmiş gibi görünen yaşantıları evlilik gibi yaşaması kendi kendini aldatmak olmuyor mu?

"Bu kızla/delikanlıyla evlendiğinde mutlu olacaksın..."vaadinde bulunarak evlendirildiğiniz kişiyle aranızda "duygusal yakınlık" oluşmadığında, birbirinizi sevemediğinizde, birbirinizi anlayamadığınızda, birbirlerinize ısınamadığınızda, eşinizle değil de herhangi bir insanla aynı yatağı paylaşıyor gibi hissettiğinizde, hatta aynı yastığa baş koyamadığınızda, ayrı odalarda yattığınızda, ilişkilerinizi sadece insani boyutta sürdürdüğünüzde; ilişkiyi ayıplardan, çocuklardan ve aile baskısı gibi nedenlerle sürüklemeye çalıştığınızda niye kendinizi de karşı tarafı aldatmış gibi hissetmiyorsunuz?

Sizi sadece eşiniz mi aldatmış oluyor bu durumda? Yoksa sizin veya kendi öz ailenizin yanlış yönlendirmelerinin getirilerini mi yaşıyorsunuz?

Evlilikte eş aldatmaz! Bence insan öncelikle kendi kendisini aldatır. Veya eşten önce sizi kendi aile yakınlarınız aldatır. Ardından sıkıntı silsilesi başlar! Duygusal sınırlar, insani güvensizlikler, uzak yakınlaşmalar, karşısındakini eş değil rakip görmeler, anlaşılmadığını hissetmeler, evlilik içinde yalnızlık halleri, gitse gidememe kalsa mutlu olamama durumu...

Aldatılma, bir sonuçtur aslında!

Zaten kurulamamış yuvanın sonucu, oluşturulamamış bağın getirisi, anlaşılmamış duyguların silkelenişi, kırılan ümitlerin can çekişmesidir. Mutlu insan aldatmaz. Mutlu evlilikte sadakatsizlik sorunu yaşanmaz. 

Duygusal olarak birbiriyle bütünleşmiş, eşiyle sohbet edebilen, gelecek hayallerini eşinin üzerine kurabilen, eşiyle senkronize olmuş, birbirini hisseden, sevildiğini/arzulandığını hissedebilen ve birbirinden keyif alan evliliklere üçüncü kişiler giremez. 

Sizlerden o kadar çok elektronik posta geldi ki aldatılma kaygısına yönelik. Bu gün o konuda minik bir giriş yapayım istedim. Nasılsa önümüzde çok gün var ve sizlere bu konularda yazılar yazacağım inşallah. Şimdilik içinizi ferah tutun diye söylüyorum, kaygının ecele faydası yok! İlişkiniz iyiyse aldatılmazsınız, ilişkiniz sorunluysa buna benzer bir zorlukla karşılaşabilirsiniz. 

Olmadan olacak diye korku yaşamak yerine, evliliğinize ve ilişkinize yatırım yapın. Eşinizle ilgilenin. Onunla bir olmaya, birbirinize tutunmaya çalışın. 

Aslına bakarsanız bana göre aldatma, mutlu olmadığım bir insanla, nereye gittiğini bilmediğimiz bir ilişki yaşamak. Ha bu ilişkinin içinde üçüncü kişi olsun veya olmasın farketmez

Diyelim ki evliliğimde başka kadın/erkek yok; ama biz zaten tutunmuyoruz, zaten kopuğuz, zaten elaleme karşı dostlar iş başında görsün evliliği yaşıyoruz, adam eve gelmiş gelmemiş umurumda değil, kadın kendisiyle ilgilenmiş ilgilenmemiş beklentiden vazgeçmiş nice hayat var!

İçinde başka bir kadın veya adam olmadığı için mi bu evlilikler "aldatılma" kapsamına alınmıyor? Aldatılmışlık hissinin uyanması için illaki üçüncü şahıslar mı gerekiyor?

Sevgiler...

Mehtap KAYAOĞLU (Psikolojik Danışman &Psikoterapist)

02125830022-05334880600

mehtap.kayaoglu@yuzlesme.tv

mehtapkayaoglu@gmail.com

http://www.facebook.com/psk.mehtapkayaoglu

htttp://www.twitter.com/mehtapkayaoglu